13 Mayıs 2014 Salı

Vapur

Çocuklarını parka götürmüş bir anne gibi, yüzümde uçuşan saçlarıma dokunmadan oturdum vapurun üst katında. Rüzgâr öyle esiyordu ki, gözlerimin önce bu esinti yüzünden yaşarmaya başladığını sandım. Hani böyle çok esince yaşarır ya insanın gözleri. Sonra ağlamaya başladım. Artık saçlarımı yüzümden çekmemek için başka bir nedenim daha vardı. Oysa hep, denizin üstünde ağlayan birinin fark edilmemesi gerektiğini düşünmüştüm. Fazla mı çocukça? Olsun.
Saçlarım böyle sağa sola uçuşup duruyor ve ben buna aldırmıyorken, ellerim bir boşluğun ortasındaymış gibi kalakalmışlardı kucağımda. Hani bir kötülük yapılıyormuş da, onlar da buna sessiz kalıyorlarmışçasına utançla. İkisi de birbirinden ayrı, birbirlerinin yüzüne bakmaktan alabildiğine kaçınıyormuşçasına. Olur öyle, kimsenin elleri masum değil bu dünyada sonuçta.
Ben ellerime eğmişken yüzümü, muhtemelen denize bakmaya gelmiş gibi yanıma yanaşmış, ama aslında yüzümü merak ettiğinden hiç şüphemin olmadığı bir küçük kız durdu karşımda. Başımı kaldırmıştım ama, saçlarım hâlâ yüzümdeydi. Uzun otobüs yolculuklarında, gün doğumundan sonra çalmaya başlayan kısık sesli radyolardan yayılan bir pop şarkısı gibi, "bak, kuşlar var" dedi. Saçlarımı yüzümden çekip önce ona, sonra kuşlara, sonra tekrar ona baktım. Bir çocuğun gülümseyişinde sizi her zaman karşıya güvenle geçirebilecek bir şeyler vardır. Ben de geçtim. Karşısı da bu taraftan hiç farklı olmasa da...