Sen konuşurken, sessizce sildim gözyaşlarımı; bardağımın altına sıkıştırdığım o peçeteyi, el yordamıyla aranıp bularak. Akıttığım yaşlar için tek bir söz söylemeden; devam ettin hikâyene sen. Biliyordun, "neyin var?" diye sorulursa, bir sele dönüşüverirdi gözyaşlarım; kurtulamazdım. Çünkü hâlâ yüzme bilmiyordum ben.
Sigaranın dumanına yol olsun diye aralayıp, yanı başımızdaki pencereyi; gökyüzünün laciverdine gizlenmiş karşı yamacı sığınak belledin efkârımıza. Başka şehirler, başka isimler gelip geçti aklımızdan. Ne kadar başka olsa da dudaklarımızda kıpırdananlar, geçmişin yabancısı iki insanı, tek bir kelimeyle bağlayıverdi birbirine, benzer duygular.
Dört elle sarıldığımız umutlar, mevsimi geçmiş çiçekler gibi kurumuş; yitirdiklerimizse, ne yaparsak yapalım unutamadığımız tüm anılarla birlikte, kabuk tutmuştu. Yaralarının kuruyup gitmesine izin vermeyen küçük çocuklar gibi, her fırsatta koparıp duruyorduk kabuklarını. İzi kalıyordu. Her izde yeniden akıtıp gözyaşlarımızı, tuzunu basıyorduk yaralarımıza. Sadece dikkatle bakanların farkedeceğini bilmeseydik, akıttığımız yaşların yol yol ettiği yüzlerimizi; bu kadar rahat ağlayabilir miydik yoksa...
12 Ekim 2009 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
3 yorum:
Bırakalım yaralarımız kabuk bağlasın. Koparmayalım yeniden yeniden. Kanatmanın kime ne faydası var ki?
Geçmiş geçip gitmişse gelecek elimizin içinde...
Gelecek güzelliklere yelken alçalım mı? Ne dersin?
Seni seviyorum Parpali...
Yaraları kanatmak alışkanlık galiba bende. Bilmiyorum. Ama buna rağmen güzel şeyler düşlüyor, güzel şeyler olsun istiyorum bir yandan da.
Ne mutlu bana...
Sizi tanıdığım, tanıştığım için de ayrıca mutluyum öğretmenim.
Dört elle sarıldığımız umutlar, mevsimi geçmiş çiçekler gibi kurumuş... Bu kadarmı güzel anlatılır sevgili parpali.Söyleyecek söz bulamam ...
Yorum Gönder