Mutfaktan taşan çatal, bıçak sesleriyle uyanırdım o zamanlar. Gözlerimi ovuşturarak kalkar, o seslere karışan kelimelere doğru yürürdüm. Eşikte durur bakardım biri beni farkedinceye kadar. Sonra "günaydın"larına aldırmadan yeniden dönerdim yatağıma. Onlar o saatte uyandırmak istemezlerdi beni, bilirdim. Ama yine de, benim içimde hep bir aldatılmışlık duygusu olurdu işte. Ne yapsam geçmezdi. Yarı açık ahşap pencerelerden, sabah rüzgârıyla salınan fındık ağaçlarının hışırtısı dolarken odaya, çağırırlardı beni. Bir olur, iki, üç olurdu yinelemeler. Derdim ki içimden, "bir kere daha çağırsınlar, öyle giderim." Çağırmazlardı... küskünlüğüm artardı.
Çoğu zaman öyle dururum işte. Bir işaret isterim hayattan. Fal baktığım papatyaları özlerim. Ve belki yine, o zamanlar olduğu gibi, birinin seslenmesini beklerim. Çünkü insan inanmaz bazen. Her seferinde defalarca tanık olsa da, işaret diye bir şeyin olmadığına. Gözlerini de o yüzden bu kadar inatla dolaştırır ya; kelimelerin arasına, insanların somurtkanlıklarına sıkışmış her şey ortaya dökülüp de, bir ses, bir söz oluversin diye. Olup da yeniden, yeniden eklensin eksilen ümitlerine...
15 Nisan 2011 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
6 yorum:
ve ne olursa olsun hiçbir zaman öğrenemez, oysa o işaret insanın yüreğinden geçer...
bu cümleleri ben kurmuşum gibi hissettim bir an :) çok tanıdık geldi cümleler
papatya gibisin beyaz ve ince demek isterim
belki denize ulaşır içimizdeki nehirler birgün, biz bekleriz...
bana da neden tanıdık geldi bu kadar?
hayattan bir işaret beklediğim için mi?
Bazen aklımızın kıymıkları batar yüreğimize. Küçücüktür ama acıtır. En iyi ilacı sevgidir bu acının.
Yorum Gönder