Pamuk helvalara benziyordu gözleri. Rengi tutmasa da, insanı her yaşta kendine hayran bırakacak bir tatlılıkla ve pamukları andıran bir yumuşaklıkla süslediği bakışları, gözlerini ayırmadan bakma isteğiyle dolduruyordu insanın içini.
Annelerin pek de onay vermediği, yerine hep başka şeyler almakla kandırabileceklerini düşündükleri çocukları, bir türlü iknâ edemedikleri zamanlarda olduğu gibi, aslında o kadar da zararlı olmadığına inandırmaya çalışıyordum hâlâ; içimde bir anne edasıyla dolanıp duran, korkak ve evhamlı beni. Belki de bu yüzden, niye öyle baktığını sorduğumda, nasıl yapıldığını anlatan bir satıcı gibi, birkaç kelime eşliğinde kirpiklerini kırpıştırıp durduktan sonra, hazır hâle gelmiş bir pamuk şekeri uzatır gibi, hep bir sonbaharı çağrıştıran yüzüme çevirdiğinde gözlerini; içimdeki bulutlar da pembeye boyandılar. Renkleri nesnelerle sınırlandırılmamış çocuklara benzemiştim o an. Artık elmaları maviye boyayabilirdim, hiç açıklamasız. Kimbilir, belki ağaçlarım bile kırmızı olurdu, giymekten bıkmadığım o rugan pabuçlarım gibi.
Oysa hiç dokunmak istemezdim, gökyüzüne ve denize. Uzun zamanlardan sonra memleketine dönen insanların tedirginliğiyle, tanıdık bir şeyler kalsın isterdim, bir kelimenin bütün bir yaşamın anlamını değiştirebildiği o anlaşılmaz vakitlerden geriye. Çünkü bilirdim, aşk, insanı hep yabancı bir şehre sürüklerdi. Aslında sen, yerinden hiç kımıldamamış olsan bile...
11 Temmuz 2011 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
6 yorum:
Yazıda blogun yeni halide çok güzel olmuş. Ben sevdim bunu (:
okurken şimdi seni, kulaklarımda "ben hiç pamuk helva yemedim ki" diyen kırık bir ses...
aşk insanı hep yabancı bir şehre sürüklerdi yepyeni toprakları fethetmeye, fethedilmeye...
Aşk insanı sürüklese neyse, süründürüyor da. :)
nefis... hele ki o son cümle...
Yorum Gönder