Mevsim yazdı. Gülümseyerek vedalaşan insanlar gibi, usulcacık ayrılmıştı göz hizamızdan güneş. Masamızın hemen kıyısında duran denizse, çok sevdiği birinin gidişini unutturmaya çalıştığı çocuklarmışız gibi, daha bir hevesle çırpınıp duruyordu; karşı tepenin ardına saklanan güneş, sadece kızıllığını bırakırken ardında. Ve biz, uzun zamandır görüşülmemiş bir dostmuş da, gözümüzü alamıyormuşuz gibi, nereden esiyorsa rüzgâr, o tarafa çeviriyorduk yüzümüzü.
Birdenbire çalmaya başlayan sevdiğimiz bir şarkıya eşlik eder gibi de, iki çay söylüyorduk kollarımızı kavuşturduktan sonra. Hiç konuşmuyorduk. Giderek bir uğultu hâline bürünen insanların konuşmalarını dinlemeye gelmiş gibiydik daha çok. Çünkü bilirsin, insan çoğu zaman kendi kelimeleriyle anlamlandıramaz hayatı. Yüzünü kavradığı sevgilinin yanaklarına dokunur gibi açtığı kitaplarda arar bilmediklerini. Ve güzel bir şeyler söylemesini ister gibi, denize bakar sürekli.
İşte o an, gözleri sonbahar yeşili bir çocuk, bir denizkızı gibi beliriverir; adını hiç duymadığın ıslak mendil paketini uzatarak. Gözleri, denizden yeni çıktığının kanıtıymış gibi ıslak. Çünkü insanın en çok gözleri ıslanır denizde. Ve bir deniz kızının gözleri hiç kurumaz, yaşlarını elindeki mendillere silmiş olsa bile.
8 Ağustos 2011 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
4 yorum:
Ve bir deniz kızının gözleri hiç kurumaz..daha ne denir ki üstüne
Böyle güzel yazılar da bir tek cümleye takılı kalmak yada ona yorum yapmak, bütüne haksızlık gibi geliyor bana.
Ama insan kendine en yakın cümleyi bulduğu zaman, ister istemez öyle yapıyor.
Aynen burda olduğu gibi;
"Çünkü bilirsin, insan çoğu zaman kendi kelimeleriyle anlamlandıramaz hayatı."
şiir tadında... tadı damağında kalıyor insanın ve deniz kızı olmak geçiyor içinden, gözyaşları hiç kurumayacak olsa bile...
"iki çay söylemiştik orda biri açık
keşke yalnız bunun için sevseydim seni" c.s.
ama o kadar çok neden var ki...
Yorum Gönder