9 Ocak 2012 Pazartesi

Bilmece

Radyoda çalmaya başlayan unutulmuş bir şarkı gibi kendi hâlinde yağıyordu yağmur, kenarında oturduğumuz pencere yerine gözlerim buğulanırken. Her biri bir başkasına aitmiş gibi iki yanımda duran ellerim ve hiç unutturmadıkları o yalnızlık duygusuyla, uzun uzun seni anlatıyordum ona. Oysa o, fincanına sardığı ellerine bakarak neden konuşmadığımı soruyordu. Söyleyecek bir şey bulamıyordum. Göz önünde olduğu hâlde yana döne aranılan bir nesneymişim gibi oturuyordum orada öylece.
Yüzünü kaldırıp bakmıyodu bana. Bakarsa sanki, her şeyi göreceğinden korkuyormuş gibi, fincanındaki kahveden ayırmıyordu gözlerini. "Fal için biraz erken değil mi?" diye soruyordum hafifçe gülümseyerek. Ne gülümsediğimi görüyor, ne de soruma cevap veriyordu. Kötü bir şey görmüş de, nasıl söyleyeceğini bilemiyormuş gibi, fincanı evirip çevirerek oturuyordu sessizce.
Dumanı tüten bir fincan ıhlamur gibi sıcacık bakan gözleri, sonucunu bildiğim ama çözümünü bir türlü bulamadığım bir matematik işlemiymiş gibi duruyordu, buğusuna isimler yazılmış camlar misali akıp duran gözlerimin bir bakış ötesinde. Mesafeler diyordum içimden, bazen nasıl da umarsızca uzuyordu birdenbire. Yani bir sürü kelime, onlarca cümle varken; üstelik de uzansan dokunabilecekken ellerine, hep böyle uzağına düşürüyordu insanı, geçmiş denen o bilmece.

5 yorum:

Ebru dedi ki...

Uzansan dokunabileceğin kadar yakın eller hani o buz gibi duran özlediğin:(

beenmaya dedi ki...

uzakken yakın olmak böyle bir şey değil mi işte...

nil dedi ki...

"Dumanı tüten bir fincan ıhlamur gibi sıcacık bakan gözler" cümlesi bir fotoğrafla çağrışıp duracak bundan sonra zihnimde. ve her çağrışıp sanırım içimle birlikte ellerimi de ısıtacak. ne güzel şey, senin yazman :)

laleninbahcesi dedi ki...

Ihlamur gibi sıcacık bakan göz mü? bunu nasıl bir cümle böyle Tülay... Kazıdım aklıma...

Pusulasız Hayat Kitap Sesleri dedi ki...

Biliyor musun? Seni okumak bana huzur veriyor ...