Bir zamanlar blok flütle çalmaya çalıştığım ve adını tahmin ettirebilsem de, asla doğru notalarını bulamadığım o şarkılar gibi bir gündü. Yaşarken asla hakkını veremediğim bir pazar günü yani.
Kurulmamış saatim, sanki bir önceki sabah uyandığım vakitte durmuşçasına, dakikası dakikasına aynı erken saati gösteriyordu gözlerimi açtığımda. Bir süre kendimi tekrar uyuyabileceğime inandırmaya çalıştım. Oysa aklım, çoktan evin sessizliğine doğru yola çıkmıştı bile.
Kapalı güneşliklerin sararttığı odanın sessizliği içinde, çizgi film izlediğim sabahları hatırladım birden. Çizgi filmler güzeldi güzel olmasına ya, evin o kendi hâlineliği garip bir sıkıntı verirdi içime. Terkedilmiş gibi hissederdim kendimi. Ev halkı uyansın diye, giderek daha çok açardım ben de televizyonun sesini. Yanına gidip basardım artı düğmesine. Bir, iki, üç çizgi... Gözüm odanın kapısında beklerdim, birinin gelip, "kıs kızım televizyonun sesini" demesini. İsterdim ki, ev bir an önce normal seyrine dönsün. Sonra ödevlerimi bitirdiğim görülsün ve annem mutfakta bir şeyler yaparken yine, farkedilmeden kapı aralığından sokağa atayım kendimi. Öyle de olurdu muhtemel ki.
Ama şimdi... dışarıda akan hayatın beni hiç de ilgilendirmediği zamanlar oluyor artık, biliyor musun? Hiç sokağa çıkmak gelmiyor bazen içimden. "Orada benim eksik bulunduğum bir hayat varmış" diyorum, ne gam. Bulutlar geçiyor sanki hep üstümden.
6 yorum:
Seni okumak beni dinlendiriyor.
Kim kime dum duma yaşıyoruz hayatı.
Belki o yüzden yalnızlığımız, o yüzden derin izler bırakan çocukluk günlerinin daha çok özlenmesi
Bende özlüyorum. Hesabını vermediğim o günleri. Dışarısı! sanki bize yer kalmamış değil mi!?
Keyifli satırlar, çok teşekkürler
işte öyle...
Bloğunuzu yeni keşfettim. Yazılarınızı beğendim ve Tespitleriniz de çok doğru tebrik ederim. Banada beklerim
sevgiler
büyüdükçe...
Yorum Gönder