Henüz kendini toparlayamamış bir sabahtı. Kalemle bir nehire benzetmeye çalıştığım gözlerim, kaybettiğim bir şeyi arıyormuş da, en olmadık yerlere bile bakmazsa bulamayacakmış gibi, bir dere olup çağlıyordu; sokağın, caddenin dört bir yanında. İşte böyle, göğü masmavi boyamış bir ağustos gününün başında, telâşlı insanların arasından usulca akıp geçerken, özlemlerimi düşünüyordum bir yandan. Ve ardı ardına sevdiğim insanların adlarını geçirmeye başlıyordum aklımdan. Hani hıçkırık tutar da, birinin seni konuştuğunu düşünerek, (belki de bunu deli gibi isteyerek) aklından geçirirsin ya sevdiklerinin adlarını; öyle işte. Belki de bu yüzden, otobüse bindiğimde, bir mektup gibi katlayıp kendimi, bırakmıştım cam kenarında bir koltuğa. Kısacık bir an da olsa, içinde denizi dalgalandıran cama yaslamıştım başımı. İşte o an farketmiştim, zarfsız bir mektuba bakar gibi üzerimde dolanan yumuşacık, masmavi bakışlarını. Merakla sarmalanmış bir çift göz, kimsenin görmeyeceği zamanlarda dolaşıyordu satırlarımda. Bilmediği kelimelerin altını çizerek okuyan bir havası vardı bakışlarının. Ve özenli, incitmekten ürker gibi bir uzanışı.
Bir mektup, okunmadığını hissedebilir mi diye düşündüm, bana öyle bakarken. İçlenir miydi kelimeler, ne söylediğine dikkat edilmeden okunup unutulmuşsa bir köşede? İnsan bu yüzden mi saklayıp hüzünlenirdi, en güzel kelimelerini, bir mektup gibi içinde?
4 Ağustos 2011 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
6 yorum:
çok güzel bir yazı olmuş
şiir tadında kalemin..offf diyorum offf..çok güzel..
Etkileyici ve duygu yüklü...paylaşım için teşekkürler Tülaycığım.
Belki de hayat Tanrı'nın herbirimize yazdığı birer mektupdur. Neden olmasın?
harika... imreniyorum sözcükleri böyle yanyana getirip, güzel cümleler kurabilenlere...
Ne denir ki. Yine çok güzeldi.
Yorum Gönder