"Nasılsın?" diye sormamıştım ona. Oysa cevabımı almıştım, gülümsemek bahanesiyle kıstığı gözlerini, kırık not almış orta halli bir öğrenci kadar başarıyla saklamış olsa da, saçlarının sarıp sarmaladığı, çocukça tekerlemeler kadar anlamsızlaşmış ama hâlâ güzel olan yüzünden. Çünkü ömründe bir kere bile gülermiş gibi saklayıvermişsen ağladığını, nerde görsen tanırsın artık aynı sancıyı. Tanımıştım.
Hiçbir zaman tam karşılığı olamayacak cümleler geçirirken aklımdan, uzanıp elini tutmuştum sonra. En mahrem sırlarının açığa çıktığını anlayan insanlar kadar mahçuptu yüzüme baktığında. Uzun uzun bakmıştım ben de ona. Böyle gözlerini ayırmadan bakar çünkü insan, benzerliğini anlatmaya çalıştığı yara, içinde olduğunda. Bu sefer saklanmak için değil de, orada olduğunu ispat etmek ister gibi gülümsemişti.
İşte o an, oturup her şeyi anlatmak istemiştim ona, ta en başından. Bütün yorgunluğumu, ağrılarımı, acılarımı. Dokuz yaşında düştüğüm duvarın, aslında o kadar da yüksek olmadığını. Pencere önlerini hep gülümsemeli anılarla hatırlasam da, camların buğusunda sakladığım isimlerin unutulmazlığını. Öğrendiğim kimi kelimelerin zamanla nasıl da yavanlaştığını sonra. Ve o yavan kelimelerle birine nasıl olduğunu sormanın ne kadar anlamsızlaştığını. Oysa o, gülümsedikten sonra sormuştu bana: "Nasılsın?"
7 Aralık 2011 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
3 yorum:
aklıma geldi bişiler okuyunca gülümsedim ben de o zamanlar da gülümsemiştim :))
bu soruya her zaman doğru cevap vermek ne kadar zor...
Yazın blogrolluma düştüğü andan beri içimden bir afacan iyiyim diyor.:) Bir yanda da başlığın altındaki lezzeti farkeden bir ben var. Daha önce de demiştim, pek çok kez gelip cümlelerindeki derinliği, betimlemeleri saygıyla ve sessizce alkışlayıp gidiyorum diye. Bu kez kıskandığımı bağırıyorum:))
Yorum Gönder