23 Haziran 2010 Çarşamba

Kahve

Yağmur, nefessiz konuşan insanlar gibi hızlı hızlı yağmaya başladığında, vapurun damlalarla kaplanan üst kat camından, puslu görünen şehre bakıyordum. Üzerinden su damlayan şemsiyemle, alelacele oturmuştum oraya. Nerede olduğunun sonradan farkına varan insanlar gibi, vapurun içinde dolandı gözlerim. Herkes bir yerlere dalıp gitmişti.
Kadıköy'e yanaştığımızda, yağmuru ardımda bıraktığımı sanmıştım. Ara sokaklarda dolaşıp durdum fırsattan istifade. Sanatçılar sokağının başında yeniden karşıladı beni yağmur. Sağa sola bakına bakına geçip kuruldum arkadaşımın dükkânına. Su bardağı ağzı genişliğinde bir seramiğe şahmaran çizişini izledim hayranlıkla. Tanışmamızı düşündüm. İzmir'in bir köşesinden gelip İstanbul'a yerleşmişti o. Bir sürü tesadüfün sonrasında da yollarımız kesişmişti. Her şeyin bir nedeni vardı elbet. Karşımıza çıkanın ya da çıkmayanın.
Uzun bir sessizlik olunca, başını kaldırıp, "ne oldu?" diye sordu. "Hiiç" dedim, "seni izliyorum" "Veee..." dedi, her ne düşünüyorsam onu öğrenmeden peşimi bırakmayacağını belirtmek ister gibi. "Vee..." dedim, "şu hayatın ne kadar garip olduğunu." "Bir kahve içilir şimdi bunun üzerine" dedi. "Tabii ya" dedim, "kahve!" Kahve, bu garipliği anlamlandıracak yegane şeydi belki de.

2 yorum:

Elif Gizem dedi ki...

Ne sevimli bir anı, yürek ısıtanlardan...

Kadriye Doğan dedi ki...

Ne hoş (:
evet ,tanımlayamamak gerek böyle anları ;)