Bir elim kadehte bir elim çenemde öylece durmuş, telefonun ekranına bakıyorum. Aslında son zamanlarda bir şeyi yaptıktan sonra düşünmek gibi bir refleks geliştirmiş olsam da, yine de arada böyle kararsız anlarım olmuyor değil. Cevap vermeli miyim o mesaja, bilmiyorum. Soruya cevap olabilecek iki seçeneğin de içimde ciddi bir ağırlığı var. Arka planında da bir sürü sebebi. Başıma dikiyorum elimdeki kadehi. Sonra usulca bırakıyorum masaya. Kimse fark etmiyor beni. Kadehim tazelenmiyor olsa belki ben bile şüphe edeceğim oradaki varlığımdan. Ama böyle güzel, böyle iyi.
Sonra bir şarkı çalmaya başlıyor bir anda. Kasetlerden dinlediğimiz şarkılardan biri. Ama unutmuşum sözlerini. Şarkıyı da alıp eve gidiyorum.
Hava çok sıcak. Odanın penceresi açık. Sokağın sessizliğinden, uzaklarda uçuşan kuşların seslerine; oradan da yoldan geçenlerin ayak seslerine karışan konuşmaların, yarım yamalak cümlelerine dek uzanıyor gece. Geçen arabaların gürültüsüyle de uzuyor. Oysa sadece bir pencere. Dilsiz, sessiz. Dinlersen duyabilirsin ancak. Bazen yok sayabilirsin. Hatta bazen oradan gelen sese sinirlenebilirsin. Sonra birden eve getirdiğin şarkı dolabilir o pencereden içeri, bürün sözlerini hatırlatarak. Kalkıp “tak” diye kapatabilirsin.