Kirpiklerinin gölgesi düşmüştü yüzüne. Bir damla yaş, gözünün kenarını yol bellemiş, iniyordu usul usul dudağının kenarına. “Ne oldu?” diye sordu, karşı koltuğunda oturan adam. Daldığı düşüncelerden uyanıp, soruyu sorana baktı uzun uzun; sanki bir anlam veremiyormuş gibi baktığına. “Hiç” dedi iç geçirerek. Ne olduğunu merak etse de, o “hiç” yetmişti soruyu sorana da. Sustu ve bakışlarını başka yöne çevirdi, o “hiç”te gizli hassasiyetin sınırlarından sakınırcasına. Dudağının kenarındaki damlayı silerken konuşmaya başladı kadın. Kendi kendine konuşur gibiydi daha çok. Belki de tüm söylediklerini içinden geçirdiğini sanıyordu, kimbilir?
Adam, gözleri bir noktaya kilitli, elinde tuttuğu mendili buruşturup duran kadına baktı. Onu ne kadar sevdiğini düşündü. Birlikte geçen zamanlarını, kavgalarını, barışmalarını, suskunluklarını… Ve sonra sevmediği bir koku yayıldı odaya. Ölümü düşündü. Onu kaybederse ne kadar üzüleceğini, bırakıp gitmenin nasıl zor geleceğini geçirdi aklından. Bıçak kesiği gibi ince bir sızı gelip geçti içinden.
Kadın, göz yaşlarının yol yol ettiği yüzünü kaldırıp, cevap bekleyen bakışlarını yöneltti adama. Adam endişeliydi, belli ki kaçırdığı bir şeyler vardı. İşte o an, deminki kötü kokuyu bile bastıran bir sıkıntı hissetti içinde. “Seni ne kadar sevdiğimi düşünüyordum” dese, inanmayacaktı kadın. “Sen beni dinlemiyorsun”a çıkacaktı bütün yollar. Üzgündü ama yetmezdi tabii. Nerden başlasa, nasıl anlatsa bilemedi bir türlü.
Bir cümle ile anlatılabilirken içimizden geçenler, dolanıp durur dilimize bazen. Ne susmak çare olur, ne de çıkmaz bir yola girdiğini bile bile anlatmaya çalışmak. Öyle bir an gelir ki, hiçbir yerde olmamayı diler insan. Ama o dilek, gerçekleşme ihtimali taşımaz hiçbir zaman.
Nisan/2009
1 Nisan 2009 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder