Sokak, karanlık ve sessizdi. Lambaların solgun ışığı teslim almıştı kaldırımları. Sabah ezanı sokağın sessizliğinin üzerine yayılırken, sadece kedilerdi adımlayan kaldırım taşlarını. Cama yaslanmış, boş sokağı izliyordum öylece. Yüzümde, az önce sonlandırdığımız sessiz sinema oyunundan kalma bir tebessümle. Konuşurken bir nefeste söyleyiverdiğimiz kelimeleri, sessizce anlatabilmek için, nasıl da uğraşıp durmuştuk.
Kimi zaman derdini anlatmanın, konuşmadan tarif etmeye çalışmaktan da zor olduğunu gördüğümüz de olmuştu şu hayatta. Gözümüzde büyüdükçe büyüyen kelimeler... Söyleyebilmek için uzun süre kendimizle kavga edip durduğumuz, kısacık cümleler. "Yok" derdik, "olmayacak!" Ama akla düşmüştü ya bir kere, silinip gitmeyecekti. Ne yaparsak yapalım, taptaze duracaktı belleğimizde, dalından yeni koparılmış bir meyve gibi.
Nefes alıp-verişlerimle silik bir bulut gibi inceden buğulanan camda, evin dört bir yanına dağılmış dalgın yüzleri görüyordum. İşte o an, "hadi bir şeyler yap!" dercesine, yanı başımda duran, çalıştığından bile emin olmadığım o radyoya dokundu elim. Oysa odaya dolan müzik, daha da durgunlaştırmıştı bakışları. Sanki o müzikle beraber, herkes başka diyârlara yolculuğa çıkmıştı. Yan yana oturmamıza rağmen, bizi yolcu eden o şarkının ritminde, git gide birbirimizden uzaklaşmaya başlamıştık. Biliyordum, yine tek kelimeydi yalnızlık. Ama bölerek bile anlatılamıyordu artık.
1 Nisan 2009 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder