Alelacele söylenen cümleler duymuştum, duyguların yok olduğu yüksek binalar arasında. Daha söylenirken anlamlarını kaybediyorlardı sanki. Zaman kadar hızlı geçip gitmişlerdi kulaklarımdan. Tamamlanana kadar unutuvermiştim.
Sonra bir gün, uzak bir dağ köyüne çekildi gönlüm. Ben o dağ köyüne ait küçük bir çocuktum. Kayaların diplerinde, uçurum kenarlarında açan, şaşılası güzellikteki dağ çiçeklerini tanırdım. Tozu dumana katan rüzgarların uğultusunu duyar, kışın kapanan yollarla pekişen uzaklığı, anlayarak büyürdüm.
O küçük çocuğun eline tutuşturulan, kokulu ıslak mendil gibi ferahlatıcı ve yeniydi kelimelerin. İlk defa duyduğum o kokuyu, usulca kapadığım parmaklarımın arasında, korurum sanmıştım. Yanıldım...
Teyze diye seslenilen yaşıt genç kızların, mahçup, anlayışlı gülümseyişleri kadar içtendi anlattıkların. Keyifle dinlemiştim. Dinledikçe de artıyordu özlemim. Neyi özlediğimi tanımlayamıyordum ama, belli ki güzel şeylerdi.
Senden arta kalan kelimeler elimde, gözlerim uzaklarda şimdi. Yeni bir sayfanın başında, kararsız... bekliyorum. Bilmiyorum, ne yazarsam değişiverir gelecek günler? Ve bu kadar değiştirmek çabasındayken ben, neden sürekli başa sarıyor filmler?
Nisan/2009
1 Nisan 2009 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder