8 Ocak 2010 Cuma

Alacaklı

Yılların verdiği alışkanlıkla, farkında olmadan içini dolduran nefesi, beyaz buharlarla iade ediyordu bilinmeze. Burnunun ucu kızarmış; saçları, rüzgârda savrulup durmaktan karışıp katılaşmıştı. Nemlenince değişmişti gözlerinin rengi. Öylesine uzak bakıyordu ki, yüzünün kıvrımlarındaki dudak bükmüş kız çocuğu kayboluyordu bakışlarında. Gittikçe artan uzaklıklarda yitirmişti zaten, tüm çocuk sevinçlerini. Eskide kalmış mutlu anların tadını, her şey aynı olsa da bulamayışı, bundandı.
Çocukların aynı kelimelerle defalarca dönerek, sıkılmadan oynadıkları oyuna hayranlığı; saatlerce lastik oynadığı zamanları anımsayışı ve o zamanlara dair özlemleri, yakıyordu canını. İçinde sıkışıp kalmış, hiçbir zaman pervasızca dışarı salamadığı duygu yansımaları vardı. Ne kadar istese de atamadığı kahkahalardan ve ne kadar canı yansa da haykıramadığı çığlıklardan alacaklıydı...