Güneşliklerin, perdelerin ardından gelip içeri yayılan günün aydınlığı, sarı, eski bir fotoğrafa benzetiyordu odayı; sabahın o saatinde. Öyle ki, alıp baktığında o fotoğrafa, artık bildiğin yerlerde olmayan insanlarla bile karşılaşabilirdin. Erik ağacının çiçekleri gibi.
Balkon kapısından ürperten bir serinlik doluyordu odaya. Titiz bir ev hanımı gibi, elinde toz beziyle dolanıp ortada, uykuya ait kalan birkaç kırıntıyı da silip atıyordu üzerinden. Ve sen, temizlik yapılan evlerde, halı süpürülürken ayaklarını belli bir kabullenmişlikle kaldırsa da, koltuğun örtüsü düzeltilirken ayağa kalktığında, defalarca tanık olduğu o sahneye, ne yapıldığını bir türlü anlayamıyormuş gibi bakan bir adama dönüşüyordun. Uykusuzluğa alışkın, fakat mayısın ortasında böylesine serin bir sabah için hâlâ yeterince şaşkın.
Evin sessizliğine, açılan musluk sesi katmaya gidiyordun sonra. Demliğin tok, çay bardaklarınınsa kaşıksızlıktan unuttuğu o çın çın sesi. Kimbilir, mırıldanmaya başladığın bir şarkı sesini bile belki. Ya da mutfak tezgâhında tutturduğun, ama aslında hiç de düşündüğün şarkıya benzemeyecek o ritmi. Çünkü bazen işte, unutmak ister insan, çoğu zaman deli gibi aradığı şeyleri.
15 Mayıs 2011 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
4 yorum:
Sevdim, çok güzel...
Şunu da eklemeden geçemedim, o musluktan fışkıran suyun çaydanlığa değdiği an çıkan ses ve ocak tıkırtısı bana evde işlerin yolunda gittiğinin işaretini verir hep, gitmese bile:))
Ben böyle şeyler okumak istiyorum. yorumsuz aslında.
nasıl bir ses ki beklenen aslında ve nasıl bir ses unutulmak istenen...
Yorum Gönder