13 Mayıs 2011 Cuma

İpucu

Rüzgâr, sızlayan bir yaraya üfleyen anne yumuşaklığında esiyordu o sabah. Bir karış aralanmış perdelerden gidenler yolcu edildikten sonra vuruyordu güneş, aklı dışarıdaki oyunda kalan çocuklar gibi, kocaman gözlerle sokağa bakan pencerelere. Minicik bir serçe, az ilerideki yangın merdivenine konup, bir şeyi haber vermeye çalışıyormuş gibi var gücüyle ötüyordu o sıra. Ve bir kedi, serçenin derdini anlamış da, bir tek o çare olabilirmiş gibi o derde, hızla geçiyordu kaldırımdan; çocuklarını okula bırakıp dönen bir kadının adımlarının ardı sıra. Ve sonra, kendisinden önce megafondan yayılan sesinin ulaştığı bir zerzavat kamyonunun açıkladığı fiyatlardan şaşkına dönmüşler gibi, ayrı yönlere dağılıyorlardı hepsi.
Bir ipucu muydu bütün bunlar bilmiyordum. Bir âşık edasıyla bütün ipuçlarını biriktirmek istediğimi biliyordum yalnızca. Kimsenin önemsemediği şeyleri, değerli bir mücevhermişçesine, aklımın, kalbimin en saklı köşelerinde muhafaza etmek, ve yalnız kaldığım anlarda ortaya çıkarıp gülümsetmek istiyordum gözümünün bebeğini, baktığım aynalarda. Çünkü asıl önemli olan, kendi suretine gülümseyebilmekti öyle. Çünkü sen de bilirsin, ancak hayatın bütün kandırmacalarından, bütün inandırmaya çalışmalarından arındırılmış bir gülümseyiş getirirdi insanı kendine.

4 yorum:

MAVİ TUTKU dedi ki...

Henüz yazdığım yazı üzerine nasıl da tam denk geldi bu yazınız.

Zıvanasız dedi ki...

Seçenekleri sonsuz değil artık yaşamın. Büyüyünce doktor olmak isteyen bilmiş bakışlı gözler büyüdü, doktor da oldu belki.
Ama çocukluğundaki o saf ruha dönmek eksildi sonsuz sanılan seçeneklerden.

parka dedi ki...

söyle bana
gülümseye biliyormusun

oyumben dedi ki...

Gülümsü-yorum... :)