Kızardım sana ve kızınca konuşamazdım. Bildiğin halde, inatla beklerdin anlatmamı. Bazen kızdığım o kadar önemsiz bir şey olurdu ki, beni yıkıp geçen, esir düştüğüm sinir dalgasına sebep göstermeye utandığımdan konuşamazdım. Anlamazdın, anlatamazdım bende.
Değişmedim hâlâ. Ve hâlâ anlamıyor kimse bu halimi. Kafamda beni kıskaca alan, ikilemlerde bırakan onlarca düşünce oluyor hep. Yapmak istediklerime gem vuran sorumluluklarım ya da vicdanım gibi. Söze dökülmeye sıra gelince anlatmaya değer görmediğim, o yüzden “anlatacak bir şey yok” diye geçiştirdiğim, fındık kabuğunu doldurmayan çelişkilerim, sorunlarım, zamanla altında ezildiğim dağlar oluyorlar.
Her şeye yetmeye çalışıp, bir anda, aslında hiçbir şeye yetemediğinin ayırdına varmak gibi bir his, tarumar ediyor inşa etmeye çalıştığım güven duvarını. Ya da yapman gereken başka şeyler varken, bunu yapman ne kadar gerekli diye didikliyor aklımı, vicdanım.
Orta yollar bulmaya çalışırken, bataklıkta çırpınır gibi kayboluyorum. Başaramıyorum, ince ince düşündüklerimi, aynı incelikle anlatmayı. Büyütüyorum içimde. Ve susuyorum. O çok söylenen atasözlerinden biriyle parlatıyorum suskunluğumu. Ama anlatmaya yetmiyor hiçbir söz, onca duyguyu...
Eylül/2007
26 Eylül 2007 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder