Vapurun iskeleden ayrıldığını gördüm. Koşmama gerek kalmamıştı. Kaldırıma çıkarken, sağ tarafımdan gelen sesle başımı çevirdim o yöne. “Hayır, ben kendim çıkarım.” Kaldırıma kendi çıkmayı isteyen küçük beyden geliyordu o ses. Durdu, yüksekliğe bakındı bir süre. Sonra bir ayağını kaldırıp, adımını attı kaldırıma. Dengesini kaybetti ama annesinin “elini uzat bana” deyişini de kaale almadı. Dizini yere koydu, yetmedi eliyle destek aldı. Öyle bir çaba harcadı ki, görülmeye değerdi.
Bu sabah bilgisayarın başına oturduğumda, işlerime başlamadan evvel bloglarda dolaştım. Aydan Atlayan Kedi‘nin sayfasındaki cuma mektubunu okudum. Kalbin kıyısındaki bir sandaldan bahsediyordu. Yolcularını gördüğümüz olaylardan ya da dinlediğimiz hikayelerden alan bir sandal. Kalabalık mı kalabalık.
Yazdıkları, üç sene evvel bir bayram sabahı, darülacezeye gidişimizi hatırlattı bana. Yatağından kalkamayan, sadece sırtını bir yere yasladığında oturabilen ya da adım adım o bahçeyi dolaşan onlarca insan görmüştük. Konuştuk, dinledik; gözyaşlarına tanık olduk. Hayatım boyunca en çok orada hissettim o duyguyu. Elimden daha fazlası gelsin, yaptıklarım acılarını dindirmese de en azından hafifletsin istedim. Çok istedim… Sonra öyle bir hale geldim ki, hiçbir şeye yetmediğimi düşünmeye başladım. Kendime bile…
Sabah erken saatlerde bindiğim otobüste başını yaslayıp uyuklayan o muavin çocukta, sokakta yalın ayak dolaşan o küçük çocuklarda hep kendimi gördüm. Hayatları değişsin istedim. Hepsine el uzatmanın imkansızlığını bilmek köşeye sıkıştırıyordu her seferinde beni. Daha çok yandı canım. Yetmedi. Birkaç ufak değişiklik dışında değişmedi hayatları. Yeri geldi hikayelerini onlardan dinledim, yeri geldi kaçamak bakışlarda yakaladıklarımla tahminlerde bulundum. Elimi uzattım. Ve bazen de onlar uzattı elini.
Yetmez sandım, yapamam sandım. Belki gerçekten de yetmedi, yapamadım. Ama her şeye rağmen ben uzattım, çekmedim elimi.
21 Kasım 2008 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder