Bir şarkı açtım. Başlamasına bile sabredemedi içim. Bir türkü seçtim, yine değiştirdim. Sonra başka bir tane. Olmadı, dinleyemedim. Hatırlamamın muhtemel olduğu bir şeylerden kaçar gibiydim. Halbuki kaçmama sebep olacak, bir şey yoktu bildiğim.
Elimdeki bir bardak suyu sehpahanın üzerine bıraktığım gibi, içimi bulandıran her ne ise, onu da yastığımın altına bırakmak istedim. Ama olmadı. Dahası uyku da tutmadı. İçeriden gelen televizyon, sokaktan geçen araba sesi, odaya sızan far ışıkları… Kalkıp ışığı yaktım. Başucumdaki çerçeveden bana gülümseyen yüzlere baktım. Zaman ne kadar çabuk geçmiş, neler değişmişti hayatımda. Yok, yok hayır. Hayatımın muhasebesini yapmak istediğim bir gün değildi ki bu. Bir ay sonraya, yani doğum günüme kadar ertelemeye karar vermiştim. Sahi bu yıl da bitiyor değil mi? Ne çabuk geçiyor zaman.
Çekmecemden defterimi çıkardım. Sararmış bir kağıttan, küçücük bir çocuğun kargacık burgacık yazısını okudum; yaptığı resmin altında. Tülay Ablam’a diyordu. Kaç senedir saklıyorum ki bu resmi? Yedi? Sekiz? Şimdi bir genç kız olan, o küçük çocuk görse yaptığı resmi, yıllar sonra, neler düşünür acaba? Ya biz neler düşünüyoruz, hayatın ardığımızda bıraktığımız resimlerine bakınca?
05.11.2008
6 Kasım 2008 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder