27 Kasım 2008 Perşembe

Açık mektup

Sırtımı duvara yasladım, gözlerimle ellerimi incelerken. İşaret parmağımdaki yüzüğü çıkartıp taktım birkaç kere. Bütün parmaklarımda denedim teker teker, nasıl göründüğüne baktım. Aklım dağılsın diye yaptım tüm bunları ama, düşünmekten alıkoyamadım kendimi. Dışarıda gündüz saatlerinin bahar havasını unutturan bir soğuk vardı. Yağmur yağıyordu delice. Bir türkü söylemeye başladı sahnedekiler. Eşlik ettim ben de usul usul. Gözlerimi ellerimden ayırmadan söyledim. Sanki gözlerimi kaldırırsam, tüm üzüntülerimi açık edecekmişim gibi kendimi saklayarak söyledim. Hüznü saklamak için kaçırılan gözleri bilir misin? Kurulan kısa cümleleri, verilen belirsiz yanıtları ya da?

Elim masadaki bardağa uzandı. Bir yudum içip, gözlerimi kaldırdım sakladığım yerden. Az evvel kaçırdığım bakışlarımı kalabalığa yönelttim. Başka bir türküye başlandı. O türküde bir söz dokundu yüreğime, açık yaraya değen kolonya gibi. Bir an yakıp geçti o söz, ben ardından üflemeye devam ettim. Yaraya üfler gibi eşlik ettim türküye, kalabalıkla birlikte. Bilir misin, nasıl içten, nasıl da içli söylenir o türküler? Hem can acıtır, hem de yaralara merhem olur o cümleler.

Güzel çalınan bir kemençenin sesi ulaştı kulaklarıma. Hani, elini yanağına koyarak dinlenilecek türden. Zaman zaman “ah be” dedirtecek cinsten. Sen de seviyorsundur umarım. Gözlerimde, akmaya hazırlanan birkaç damla yaş belirdi. Sessiz sedasız dokundu onlara parmaklarım. Dışarıda yağan yağmurdan ıslanmışlardı, şimdi ise gözyaşlarımla ıslanacaklardı. “Sus” dedim, içimde kıpırdanan hüzüne. “Sus! Yoksa bitmez bu gece.”

Sarhoş olmuş biri oturuyordu yanımızda. “Ben bir şey içmedim” deyip duruyordu. İçmeden sarhoş olmak böyle bir şey demek ki, diyerek dinledim, kendini inkâr edişini. Sarhoşluğu bir aynaydı, kendi içine tuttuğu. Yüzleşmesi gerekirken sakladıklarıyla, sarhoşluğun zırhını bürünmüştü üzerine. Kendisi dışında, herkes tanık oluyordu açığa çıkardıklarına. Sahi, sen hiç sarhoş oldun mu? En kuytu köşelere sakladığın sözlerini, bir anda açık ettiğin oldu mu bu yüzden? Bilmen gerekenleri bir yabancıdan duydun mu hiç? O yabancının, umursamazca söylediği sözlerle, yıkıntılar altında kalmışken, sana uzanacak bir el aradığın oldu mu? Yalnızlık zordur. Şükür ki yalnız kalmadım hiç.

Eve giderken geçtiğimiz sokağın solgun ışığı altında, suskun suskun yürüdük. Topuk seslerinde yitirdik sessizlikleri. İçinde bir harp varken, öyle sessizce yürümek, ne kadar manidardır, bilir misin? İçinden gelip geçen mermilerin, vızıltısını dinlersin. Delik deşiktir gönlün, bilirsin. Ve sen susarsın sadece. Bir şeyleri anlatmaya niyetlenmiştir aklın ama, nereden başlayacağını bilemez hale gelmişsindir. Söylediğin ilk hecede takılıp kalıverirsin.

İşte o an biri gelir, dağıtmaya çabalar hüznünü. Saçma sapan fıkralar, gerekli-gereksiz olaylar anlatır. Komşunun kızından, bakkalın çırağından bahsedip; bir rüzgâr olup dağıtmaya çalışır, zihnini saran sis bulutunu. Ve sen, dostluğun güvenli alanında, derin bir iç çekişle başlarsın parçalamaya, içindeki yumruyu. Umarım böyle güvenli alanların vardır senin de. Ve dilerim hiç ayrı kalmazsın o insanlardan. Tıpkı kendi adıma dilediğim gibi…

Kasım/2008

0 yorum: