Bütün gün topuklu ayakkabılar içinde kıvranan ayaklarım, attığım her adımda isyan ediyordu sanki. Belki yok sayarak, belki de o acıdan güç alarak yürüyordum. Durağa varıp oturduğumda, sızlayan ayaklarımın ağrısını alt edip, sordum kendime, "ne istiyorsun?" diye. Hayır, bir geç kalınmışlık duygusu değildi o soruyu sorduran, bir akşam vakti. Ama işte, her fırsatta beni dürtüp duruyordu içimde eksik kalanlar, tıpkı o an olduğu gibi.
Sonra yalvarırcasına konuşmaya başladı. "Herkes bir yol çiziyor kendine. Böyle bir yol çizme niyetinde değilsin, biliyorum. Ama ne istiyorsun şu hayattan, bari onu söyle." Tuhaftır, ilk defa ne istediğimi bir anda söyleyiverdim; bu cevap, öyle elma ya da armut gibi söylendiğinde herkesin aynı şeyi anlayacağı bir tanım olmasa da. "Huzur istiyorum!"
Hani ufak da olsa bir operasyon için hastaneye yatarsın da, taburcu olduğunda hayata yeni başlamışsın gibi bir heyecan duyarsın ya. Ya da uzun süre sevdiğin yerlerden uzak kalmışsındır da, döndüğünde, lunaparka gitmiş bir çocuk kadar mutlulukla bakarsın etrafına. Öyle bir şeydi ki istediğim, aslında elmanın ya da armudun tanımından bile daha tanıdıktı hepimize, eminim.
Huzur, içten bir gülümsemedeydi belki ya da kendini sana sakınmasızca anlatabilen birinin, bir sıcak sözünde. Ve nedense, yanlış yerde arayıp duran benim gibi onlarca insanın, farketmeden yanından geçip gittiği bir yerlerde.
5 Şubat 2010 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
3 yorum:
Nereye gidiyorsun?
Yazılarını okumak çok güzel. Bu gidiş kısa sürsün lütfen.
Bakıpta, aradığını bulamadığında hüzünleniyor insan...
Yorum Gönder