Çiçeklerini sulayan özenli bir bahçivan gibi yağıyordu yağmur önce. Yumuşacık bir yanağa dokunur gibi. Sonra hırsla, inatla devam etti yağmaya. Kazanması gereken bir savaş vardı sanki. İşte tam da o zaman kalkmıştık gitmek için. Bir dostun elindeki şemsiye koruyordu bizi yağmurdan. Duyduklarımı unutabilmek için de destek alıyordum kolundan. Etrafımdan hızla gelip geçen bir şeyler vardı. Ve ben, yere kapaklanacaktım ona tutunmasam.
Söylenenleri dinlerken yutkunamamıştım bile, kalakalmıştım öylece. Onlar nasıl nefes alıp vermişlerdi bunları konuşurken, anlayamadım. Uyuşmuştum sanki. Bir şeyler saplanıyordu içime. Camdan bir duvar vardı eskiye set çektiğim. Tuzla buz olup dağılmıştı her bir köşeye. Otobüs durağının bir kıyısına ilişip, yarı ıslanıp, yarı korunurken yağmurdan; göz yaşlarımı aranıyordum ellerimle. Unutmak istiyordum, gitmek istiyordum. Oysa sadece duruyordum.
Bir kalabalığın ortasında yalnız, bir yalnızlığın ortasında deli gibi kalabalıktı içim. Ağız dolusu küfürler savruluyordu yüreğimde. Bir öfkenin peşine takılıp yıkmak istiyordum her şeyi... Yapamıyordum. Bende yıkılan onca şeye inat, yağmura izin verdim yine, aksın diye gözyaşlarım yerine.
3 Nisan 2010 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
Ağlamak arındırır insanı, gereklidir bazen..
Tıpkı yağmur sonrası çıkan gökkuşağı gibi rengarenk kıpırtılar oluşur yüreğinde..
Ve sonrası masmavi, pırıl pırıl bir gökyüzüdür....
Yorum Gönder