Kabullenilmiş hayatları vardı hepsinin. Kilometrelerce uzaklıktaydı bedenleri ama, aynı kumaştan kesilmiş parçalar gibiydi kaderleri. Ya da kader deyip kabullendikleri.
Hayatı sadece sorumluluk olarak algılayan, kendine ayırabildiği bir günü olmadığı gibi, saati de hiç olmayan, tanımsız kadınlardı onlar. Bütün tanımlarını, daha çocuk denecek yaşta ellerinden almışlardı. Ağladılar biraz, içlerine baba korkusu salan cümleleri dinleyerek. Ve sonra alıştılar. Öyle alıştılar ki, gün geldi, doğrusunun kesinlikle bu olduğunu savundular.
Sevgiden bahsetmeye kalksanız yanlarında, yetmişinde de olsalar, utanarak başlarını çeviren kadınlar oldular. Bilmezlerdi öyle şeyler. Zaten evlenirken fikirleri sorulmamıştı. Kimin, ne için söylediğini bilmedikleri, dahası nasıl bir iyilik kastedildiğini sormadıkları, sormaya da haklarının olmadığı bir "iyi" kavramının ardına katmışlardı çeyizlerini.
İyi çocuktu... İyi aileydi... Ömürleri boyunca yaşadıkları her problemde, bu iyiliğin ne olduğunu araştırıp durdular. Üzeri halıyla kapatılmış gizli bir geçit, kapısı dolapla gizlenmiş bir mahzen filandı belki. Olur ya gözlerinden kaçmıştı, farkedememişlerdi.
Asıl farkedemedikleri ellerinden kayıp giden hayatlarıydı. Aralarına uzun mesafeler konulan hayat. Uzaktı, hiç gidemeyecekleri kadar uzak...
21 Ağustos 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder