30 Ekim 2007 Salı

Asi ve mavi...

Üstüne gelindikçe ters tepen bütün dayatmalar, kızgınlıkların, yaşadıklarından arta kalanlar, bir sis bulutu olur çöker üstüne. Ellerini savurarak dağıtmaya çalışırken etrafını saran bulutu, bu bir korunma, savunma refleksi olur hayatında.
Bir art niyetin olmadığını bildiğin halde, yemek yediğiniz masanın, koltukta oturulabilen 2 kişilik kısmından birine, malum olunacağı üzere annenin oturması, diğer tarafına sorgusuz sualsiz erkek kardeşinin oturmasına ve bunun, süregelen bir alışkanlık, bir kuralmış gibi bozulmadan uygulanır oluşuna karşı çıkışın gibi, aslında ufak ve kimileri için kapris sayılabilecek bir durumdaki tavrın gibi tavırların, asi yapar seni. Yorucudur evet, ama uzlaşmacı senden daha fazla yorulmaz kimi zaman. Her bunaldığında kalk gidelim diyen, hesap vermek, sorgu suale fırsat vermek istemeyen, kimsenin karışmadığı bir hayatı sürdürmek isteyen, hep bu yanındır.
Erkek egemen toplumumuzun , değişen dünya şartlarına rağmen hala, yüklenen onca sorumluluğa, kadınların göğüs germek zorunda oluşuna, sırasında senin bile bilinçaltında yatan öğretilmişliklerinle hoşgördüğün nice olaya karşı duran, bu asi yanın.
Kalabalık bir ortamda sessiz kalındığında, “birinin kızı oldu” diyenlere, neden söylenildiğini, bağır çağır anlatamak isteğiyle doluyor olman da olası bu yüzden.
Eski zamanlarda, erkek evlat pek bir makbul olduğu için, kız evladı olanlar, doğduğunda sevinç çığlıkları atmazlar ve sessiz kalırlarmış. Bu yüzden, en ufak sessizliğe “kız oldu” yakıştırmasının yapılması. Alışılmışta olsa, anlamı bize ters gelen şeyleri değiştirmeye zamanımız kalmadı mı? diyen de, işte o sen.
Sadece uzlaşarak, daha doğrusu sessiz-sakin uzlaşmacı olarak, sürekli kendinden feragat etmek zorunda kalıyor insan. Bu yüzden önce kendinde olan bütün yönleri kabullenmeli, kişiliğimiz içinde söz sahibi olabilmesine fırsat vermeli. Sonrası; bilmiyoruz, yaşanacak.
Ve işte bu yüzden,
Bir yanım asi, bir yanım mavi.
Tıpkı karadeniz gibi…

Ekim/2007

0 yorum: