3 Ekim 2007 Çarşamba

Ne eksik biliyor musun?

Çocukluğumun ortaokul dönemlerine isabet eden kısmı, bahçeli bir evde geçmişti.
Hemen alt yanımızda ev sahibimizin marangoz atölyesi vardı. Topladığım talaşlarla bir zamanların modası çim adam yaptığım, bahçeye açılan kocaman demir kapısından girip, caddeye açılan kapısından çıkarak, okula kestirmeden gittiğim marangozhane.
Sol tarafımızda da, tarihi eser sayıldığı için dokunulamayan, eskiliğinden dolayı da oturulamayan ahşap bir ev vardı. Günlerden bir gün, rantı yüksek nice yerler gibi yakıldı orası da. Hayatımdaki ilk yangınla o zaman yüzyüze gelmiştim.
Bazı zamanlar, insanın içindeki yangınların, ondan daha ürkütücü ve yıkıcı olabileceğini bilmezdim.
O ahşap ev, yandıktan sonra daha cazip hale gelmişti bizim için. Arkadaşlarımla içeri girer, her tarafı kömür karası olmuş evin içinde, hasarlı merdivenlerden aşağı kata zar zor iner, güya yangının nedenini öğrenmek için araştırma yapardık. Hatta bunun için kurulmuş bir grubumuz vardı ama yaşlanıyorum galiba hatırlamıyorum ismini
Annemin, yanan evin karasından kurtarıp, çiçekler dikerek güzelleştirmeye çalıştığı bahçemiz, bizim için araştırma mekanımızın giriş biletiydi. Ne güzeldi…Çocuk aklımızla, heyecan duyardık yaptıklarımız için.
Evde bulduğum alüminyum folyoları, kalın kare şekiller haline getirir, kart yapardım arkadaşlarıma. Üzerlerine notlar yazardım. Aslen ne işe yaradığını bile bilmediğim şey, benim için arkadaşlarıma hediye götürme fırsatı veren, bir heyecan kaynağıydı.
Bayramda biz çocukların, gündüzden harçlık için zaten gitmiş olduğumuz akrabalardan birine, annemler akşam ziyarete gittiklerinde; küpüne girmeyelim diye saklanan çikolata hazinesini arama çalışmalarının, heyecanı başlardı evde. Ve bu arama, sonuca ulaşılmadan asla bitmezdi Hele de birşeyler aranır ya da kurcalanırken kırılan, hasar verilen birşey ortaya çıktığında, haberi olmayan uslu çocuğu oynamak, nasıl önemli bir kurtuluş yoluydu bizim için. Annem inanmazdı gerçi ya, olsun
Götürülmediğimiz düğünlerin acısını unutturan, çocukluğumun Ortaköy’ünün pastanesi hacıbabanın yaptığı alman pastalarının, o tazeliğini ve tadını hala hatırlarım mesela.
Ne eksik biliyor musun?
Yaşamak için heyecanımız ve hevesimiz eksik. Geçmişten feyzalayım diye, didikleyip duruyorum ama nafile. Büyü bozulmuş.

Efkan Şeşen söylüyor, tüm aynı duyguları paylaşanlar için;
“Adressiz yolculuklar matarasında
Sırt çantasında yalnızlığı
Naftalin kokuyor türküleri, unutulmuş zamanlardan
Gözleri hala çocuk
Geleceği anılarında arayan
Dağ gibi yaralı, nehirler gibi durgun
Düşbaz türküler taşıyor, gün bitimi şafaklarda
Gözleri Hala Çocuk
…”

Ekim/2007

0 yorum: