Dün yoğun ve karmaşık bir gün geçirdim. Akşam bir de dişçi koltuğundaydım, tüm bunların üzerine. İğne bile vuruldu dişetime ama bana mısın demedim. Kuaförlerdeki bekleyişlerden bile sıkılan biri olmama rağmen, bazen çok munis olabiliyorum bu konularda. Mesela başımı yaslayıp, gözlerimi kapatsam ve ninni dinler gibi öylece kalsam diyebiliyorum, dişçi koltuğu gibi bir yerde bile.
Eve gittiğimde yorgundum. Annem nar almış. Oturup nar ayıkladım. Terapi gibi geldi. Elimde eldivenler, çarşıdan alınmış bir tane narı, evde bin taneye dönüştürmeye uğraştım durdum. Biraz kitap okumaya çalıştım sonra. Garip bir yorgunluk vardı üzerimde. Vazgeçip, yatıp dinlenmeyi denedim. Yastığa başımı koyduğumda, içeriden gelen sesleri dinledim. Annemin, kardeşimin, açık televizyonun sesleri doldu odaya. Huzur doldu benim de içim. Biryerlerde çocuklar, huzursuzca kıpırdanırken yataklarında, belki de gözlerine uyku girmezken, duyduğum huzurdan utandım ben.
Bütün gün yaşadıklarımı düşündüm. İşle ilgili problemleri, şunları, bunları. Nüfus cüzdanını bile kasada saklayan patronumu, paranın insanı nasıl hastalıklı bir kimliğe büründürebileceğini. Nüfus cüzdanını kasada saklar mı bir insan? Yaşamaktan korkmanın bu kadar belirgin bir anlatımı olabilir mi? Yaşamlarına tehdit oluşturabilecek onlarca şey bulunmasına rağmen, yaşamaktan korkmazken insanlar, onun bu haline anlam vermek imkansız.
10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı günüymüş. Elimizden kayıp giden onca şeye rağmen, dilerim akıl ve ruh sağlığımız hala yerindedir. İşte asıl o zaman zenginizdir.
Ekim/2008
8 Ekim 2008 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder