İlkokul dönemlerim dahil, hiç güzel resim çizemedim ben. Yani çocuk zamanlarımın hoşgörüsü altında bile, resimlerin çirkinliği su götürmez bir gerçekti. Güzel resim yapan arkadaşlarıma hep imrendim. Sesim, en sevdiğim türküleri bile fısıltıyla söyleyecek kadar berbat. Dans konusunda, hiçbir becerime ben bile tanık olmadım henüz. Halayı, horonu, içimden geldiği, beni mutlu ettiği için oynuyorum sadece. Kısa bir süre hariç, hiç müzikle uğraşmadım. İyi bir dinleyici olmak dışında. O kısa süre içinde flüt çalmayı denedim. Biraz tembellikten, biraz da çalışmak için gerekli ortamı yakalayamadığımdan, şimdi dolabımın ücra bir köşesine sakladım flütü. Sesine hayran olmama rağmen hem de. Lisede zorunlu olarak yazdığım ve yarışmaya katılıp birinci olmuş, o şiir maksatlı yazı dışında, hiç şiirle de uğraşmadım. Çok iyi bir şiir okuyucusu olmadığımı da, benim için okumanın yazmaya çabalamaktan çok çok daha keyifli olduğunu da biliyorum. Kendimi, yazarak ifade etmeyi sevdim ben. Tuttuğum günlüklerle başlamışım kendimi anlatmaya, haberim olmadan. Bu blogu açmakla daha çok farkında oldum bu durumun ve sahip çıkmaya başladım yazdıklarıma. Kendimle yüzleşmem, kendimi kabullenişim, yaşadıklarımı sahiplenişim, yazarak oldu hep. Bu blogu açmak, kendimi geliştirmeme sebep oldu aslında. Çoğu zaman yazdıkça yazasım geldi. Ve yazdıklarımı, biryerlerde birilerinin okuduğunu bilmek, hep mutlu etti beni. Yazmak her durumda iyi geliyor bana. Hele de sonrasında beğenileri duymak ya da okumak. Bundan mutlu olan biri vazgeçebilir mi yazmaktan? “Ne kadar güzelsin” cümlesinden daha değerli benim için beğeniler. Ve daha fazla yaşama sevinci var içinde.
Peki neden yazamıyorum? Yazdıklarımı incelik gösterip okuyan bazı arkadaşlarım, “neden bir kitap yazmaya çabalamadığımı” sorarlar bana. Bilenler bilirler, denemedim değil aslında. Ama olmadı. Olmamasının iki önemli nedeni vardı. Ben detay yazıyorum. Bir bakışla, bir gülüşle, bir sözle, yaşadıklarımdan, başkalarının yaşadıklarından, gördüklerimden, duyduklarımdan, hayal ettiklerimden biriktirdiklerimi, aynı duygu yoğunluğuyla yazıyorum ben. Ama bu tavır, uzun soluklu bir hikayede eğreti duruyor. Hikaye ilerlemiyor, kilitlenip kalıyor. Yazdıklarım da değerini kaybediyor işte o zaman. Asıl ve önemli olan diğer neden ise, kendime ait, özgün bir hikaye bulamamam. Öyle bir hikaye yakaladığım zaman, ne olursa olsun yazabilmek için çabalarım sanırım. Ama şimdilik ufak denemelerle yetiniyorum. Hayatımdaki tüm kahramanlar, cesaretlendirdiğiniz ve bana kattıklarınız için, her daim hazırda bir teşekkürüm var, biliyorsunuz. Beni kendi halime bıraksaydınız, daha savruk ve güvensiz olurdum bu konuda, bunu da ben biliyorum. Ama güvenin bana ne olur. Hislerim, biriktirdiklerimin başlamak için yeterli olduğunu söylediğinde başlarım elbet. Neden olmasın?
Temmuz/2008
“Neden olmasın” deyince, bunu yazmadan edemedim.
“Aşk, özgürlük düşü yetmez;
özgürlüğün kendisi, hala yetmez;
Hayatın kendisi,
ve en sonunda giderken oradan,
hayattan her şeye bedel,
küçük,
mütevazi,
o en anlamlı tebessüm sizin olsun…
Elbette mümkün değil ama,
her şey gönlünüzce olsun…
…
Neden olmasın?…
Kazim Koyuncu (11.05.2004)”
12 Temmuz 2008 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder