Deniz kokusu, dalga sesi ve açıklı koyulu, uçsuz bucaksız bir maviliğin eşlik ettiği, güzel bir öğle yemeği karadeniz sahilinde. Dönüşümün öncesindeki son yemek. Ve sonra, güneş batarken gözümün içine gülerek, uçsuz bucaksız denizi izleyerek, dönüş yolculuğuna çıktım. Kuşlar uçuşuyordu gün batımı kızıllığında, uzakta bir sandal salınıyordu denizin ortasında, bazı evler ışıklarını yakmaya başlamıştı bir akşam hazırlığında ve ben, yine bir cam kenarında uzaklaşıyordum bu şehirden, geldiğim gibi. Dalgalar deli deli sahile vururken, İstanbul’un sakin denizine yollanıyordum ben.
Kimi zaman sıkıldığım ama hep eskiye ait özlemlerin barındığı; huzurlu, sakin bir tatili ardımda bırakarak, şehrime dönüyorum ben. Bir bilsen, ne çok özledim seni, sende bıraktıklarımı. Sanki on gündür değil de, aylardır ayrıymışım gibi senden. Özlemin başka, anlatılır gibi değil aslında.
Duyduğum dere seslerini olduğu gibi, beni uğurlarken ağlayan gözleri de içimde bir yerlere saklayarak gidiyorum. On gündür doğru düzgün aynaya bakmamış olmamın verdiği hevesle, dışarı çıkarken gözüme sürdüğüm kalemi farkeden ufaklığın, en umulmadık anda sorduğu soruya gülüşümü sakladığım gibi. “Sen gözünü mü boyadın? Dudağını da kırmızıya boyasaydın ya?”
Eskiye ait hiçbirşey, ben de dahil, eskisi gibi değilken, yeniliklerin yamacında kaldı aklım. Hasret giderebildiklerim kadar yakın, birdaha hiç göremeyeceklerim kadar uzak ve bildiğim herşeyden çok başka birşeyler var içimde bu sefer. Ne olduğunu anlayabilmek ya da anlatabilmekse, galiba zaman ister…
Temmuz/2008
2 Temmuz 2008 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder