14 Mayıs 2010 Cuma

Garip

Rüzgâr saçlarımı savurdu ve ben anlam vermeye çalıştım olanlara. Evet ikisi aynı anda oldu. Hem belki rüzgârdan dağıldı, zar-zor bir araya getirdiğim kelimeler. Olamaz mı? İnsanlar vardı etrafta. Çok kalabalıktılar. O kalabalığın içinde kaybetmek istedim kendimi. Ama olmadı. Bütün renksizlerin içinde en renkli benmişim ya da bütün renklilerin arasında en renksizmişim gibi belirgindim. Adım atıyordum ama farkında değildim. Ayağım karıncalanmıştı sanki. Karıncalanmak, ne garip kelimeydi.
Bir sinema salonunun kapısında, elimde bir bilet, öylece bekliyordum. Ömrümden ömür gidiyordu. Yapılacak onca şey, gitmek istenen onca yer varken... Oysa ne saçmaydı bu bekleyişler. Ama işte "saçma" yine de garip bir kelimeydi.
Kendi kendine gülene deli diyorlardı mesela, ama yüzün asılınca umursamıyorlardı. Üzülmek özgürlüktü, mutluluk, göz kararı biçilmiş deli hükmü. Şu dünyanın orta yerinde, bu ülkenin en güzel şehirlerinden birinde, özgürdük ikimizde. Ve nedense özgürlük, hepsinden daha garip bir kelimeydi.

0 yorum: