25 Ağustos 2008 Pazartesi

Gereksiz

Çıplak ayakları, arnavut kaldırım taşlarıyla döşeli sokağı adımlıyordu. Gidebileceği en uzak yere kadar gidebilmek isterdi ama sokağın başına geldiğinde, bu isteğini çok gereksiz buldu. Daha on beş yaşındaydı ve bu yaşına kadar gerekli olan hiçbirşeyi yaşayamamıştı. Kardeşlerine, kendisine, anne-babasına birer çift ayakkabı gerekti mesela. Okul yaşı neredeyse geçmekte olan kendiside dahil, okula gitmeleri gerekti. Sadece çatıdan ibaret olmayan, kapısı, penceresi bulunan; onları gelecek kışın soğuğundan koruyacak bir yer gerekti. Babasına iyi ya da kötü bir iş gerekti. Evde kaynayan en azından bir kap yemek gerekti. Şimdi bunları düşününce, istemekte direttiği o gofret çok “gereksizdi” gerçekten.

Anlamanın, anlayışlı olmanın bir fayda sağlamadığını görmüş, her seferinde aldığı birbirinin aynı cevaplardan çok sıkılmıştı. Derdi gofret bile değildi belkide. Gofret, hayatında isteyipte yaşayamadıklarının bir kıvılcımıydı sadece. Küçük kardeşleri gibi ağlayıp zırlamamış, bağırıp çağırmıştı. Kime bağırmıştı peki? İsteğini istese de yerine getiremeyecek anne-babasına. Annesi ona bilindik açıklamaları yapıyordu. Kemal’in bağırışlarını duyunca, babası da karışmıştı konuya. “Çık git o zaman!” demişti babası, sürüp giden tartışmayı sonlandırarak. Kapısı bile olmayan barakalarından çıkıp gitmişti o da. Bahçe kapısına asılan tenteyi aralayıp bir hışımla çıktı. Önce hızlı, sonra yavaşlayan adımlarıyla sokağın başına kadar geldi. “Gereksiz” bir kızgınlığın, “gereksiz” bir tartışmanın sonucuydu burada olması.

Üç aydır yaşadıkları yerin sokağına baktı. Çok lüks sayılmasa da, hali vakti yerinde bir semtin sokağı idi burası. Yıkılmak için boşaltılan bir evin, evden bozma harabesinde yaşıyorlardı üç aydır. Yazdı, sıcaktı şimdi. Ya kışın ne yapacaklardı? Anasıda görünmüştü işte. Telaşlı adımlarıyla kendisini aramaya çıkmıştı belli ki. Bir gülme tuttu Kemal’i. Kahkahalara boğulmuşken, birden hıçkırıklara boğularak ağlatan cinsten. Ne kadar cefakar bir kadındı şu anası. Ona haksızlık etmiş olmasına rağmen, yine kalkıp onu aramaya çıkmıştı.

-”Kalk Kemal’im kurbanın olam. Kalk eve gidelim.”

“Ev.” Yaşadıkları yerin neresi eve benziyordu bilemedi ama ses etmedi Kemal. Yüzünde hala o gülümseyişin izleri duruyordu, toparladı kendini.

-”Tamam anacım. Sen git, ben de geleceğim birazdan.”

Oğlunun yüzündeki gülümseyişe anlam veremeyen Zehra ana,

-”Geleceksin değil mi ya oğlum. Kurbanın olurum başka yerlere gitmeye kalkmayasın?”

-”Yok anacığım, geleceğim. Sen meraklanmayasın. “Eve” geleceğim.”

Zehra ana “eve” doğru, arkasına bakınarak giderken, Kemal de kendi kendine tekrarlayarak önce gülmeye, sonra dizginleyemediği bir şekilde ağlamaya başladı. “Eve geleceğim”

Ağustos/2008

0 yorum: