Mezuniyet töreninin tarihini asla unutmayacağını söylerdi Selma. Zehir olmuştu ona, en sevinçli olması gereken günü. Üstüne bastırarak tarihi tekrarlayıp, “bu tarihi hiç unutmayacağım” deyip durmuştu olayı anlatırken. Aradan yıllar geçmişti, birgün oturuyorduk balkonda. Aklıma gelmişti şu unutmayacağı tarih. Aslında tarihten çok, o tarihi unutmayacağım deyişi. “Hatırlıyor musun?” diye sordum. “Tarihi hayır ama yaşananları tabiki.” diye cevap verdi. Unutmak bir ihtiyaç mıydı gerçekten? İnsanın yaşananları unuttuğuna inanmadım ben hiç. Alışır, sindirir ve yaşanılabilir hale getirirdi yalnızca. Unutmak dediğimiz başka bir şeydi.
Ne çok güvenirdim hafızama. Birşeyi hatırlayamamak nadiren rastlanan bir durumdu bende. Ne zaman başladım bilmiyorum, kimi zaman iki dakika önce söylediğim şeyleri anımsamamaya. Mali müşavirimiz, en ufak bilgiyi bile kağıda yazarken ve istinasız herşeyi yazarak anlatmaya çabalarken, bir sinir basar bana. Bu hatırlayamama durumu giderek daha fazla söz konusu olmaya başlarsa, hak vereceğim kendisine galiba. Umudum öyle olmamasından yana tabi ama.
Herşey bir yana, istesem, yıllar öncesinden onlarca anıyı anlatırım teker teker. Unutmadım çünkü ben, unutamadım geçse de seneler. Sadece öncelikleri değişti yaşadıklarımın. Ama keşke bir silgi olsa, siliversem gereksiz yere hafızamı işgal edenleri. Siliversem ve unutsam, hatırlamamın fayda sağlamadığı herşeyi.
Ağustos/2008
20 Ağustos 2008 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder