Uzun zamandır denizi karşıma alıp ruhumu dinlendirmemişim. Ne çok koşturma, ne çok karmaşa içinde yitip gidiyoruz farkında olmadan. Nasıl bu kadar zamandır uzak kalmışım ben, deniz kenarlarından?
Karşıya geçeceğim, Üsküdar’a. Motor yolculuğu, bana yetebilecek kadar uzun sürmüyor, biliyorum. Ama yine de “bu kadarına da mutlu olmak gerek.” diye düşünüyorum. Arka tarafa geçip yüzümü denize döndüm. Hafif bir rüzgar esiyor. Eksik kalmasın diye bu güzel tablo, kulaklıklarımı takıp, o güzel müzikle başlayan, zaman zaman bir ilaç gibi ihtiyaç duyduğum, Hilmi abimin söylediği o güzel şarkıyı açıyorum. “Hancı” “Doğduğum illerde el gibi kaldım. Sen zalim hancısın, ben yolda yolcu.” Sonra “Seni Seviyorum” diyor İlkay Akkaya. “Bu şehirde sen yoksan gitmenin hüznü yok. Dönmenin zaten anlamı yok.” Bütün şarkılarım öznesiz. Sürekli karşılaştığım biriyle, aslında selamlaşmak ve dahası konuşmak isterken, mağrur bir edayla yoluma devam ettiğim zamanlarda olduğu gibi, bu ayrıntıyı görmezden gelip, devam ediyorum yeni şarkılar seçmeye.
Beykoz’a, uzun zamandır da görüşemediğimiz bir arkadaşımızın işyerine, doğum gününde sürpriz yapıp, onu mutlu etmek için gidiyoruz. Ne zamandır ilk defa, kendi mutluluğumu başkalarının gülen yüzlerinde aramaya derman buldum kendimde. Eskiden ne çok sürpriz yapardım ben. “Gelsene, canım sıkılıyor. Sohbet ederiz.” derdi arkadaşım. “Yok gelemem, işim var.” derdim. Halbuki, elimde bir paket çikolatayla yolda olurdum zaten o anda. Tam tüm ümitleri tükenmiş telefonu kapatırken beni karşısında bulunca, yaşadığı sevinci görmek yeterdi bana. Ne oldu da vazgeçtim bu kadar kendimden?
Yeni barışmış küskünler gibi tutuk, çekingen; söyleyecek onca şeye nereden, nasıl başlayacağını bilemeyen; birbirine kırılmamış belki ama, birşeylere kendini hep kırgın hisseden küçük çocuklar gibi paylaştık sevincini. O halimize bakınca, “tek başına mutlu olmanın ne anlamı var ki?” dedim içimden. Çubuklu’da, denizin kenarında bir yerde oturup, geçmişten, gelecekten, bugünden konuştuk kahvelerimizi yudumlarken.
Şu hayatın en güzel yanlarından biri, en umulmadık anlarda gelen güzel sürprizler değil mi? Kimi zaman şaşkınlıktan sevinemediğin, ama o sevincin tadına da doyamadığın anlar değil mi hayatı anlamlı kılan? Filmlerde kahramanın söylemek için kendisiyle mücadele ettiği ama hep içinde sakladığı tamamlanmamış cümlelerin değil, her ne pahasına olursa olsun eksik kalmamış cümlelerin hikayelerini anlatmayı ben de çok isterim. Ve istekten başka birşeylere de ihtiyaç vardır hep, bilirim…
Ağustos/2008
21 Ağustos 2008 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder