Yılların eskitemediği iki arkadaş, aradan geçen zamanın değiştiremediği bir sevinçle karşıladılar birbirlerini.
-”Yeniden İstanbullu oldun demek…” dedi Eren.
-”Ben hep İstanbulluydum.” diye karşılık verdi Fırat, yüzüne yalancı bir kızgınlık yerleştirerek. “Eee nereye götürüyorsun beni bakalım?”
-”Dolmabahçe’ye gidelim. Sen seversin orayı.”
Beşiktaş’tan Dolmabahçe’ye yürüdüler birlikte, dünün çocukluk, bugünün kader arkadaşları. Mahallerlerinden, çocukluklarından, kaybettikleri annelerinden, bitirdikleri evliliklerinden, hayatın bir verip, bir aldığı güzelliklerden konuştular.
-”Ne güzelmiş gençlik be.” dedi Eren. “Hatırlar mısın, biz hiç evlenmeyeceğiz dediğimiz zamanı. Rüya vardı hani, üst mahallede otururdu. Sen onu seviyordun. Ama o mahallenin uğursuzlarından Fehmi ile beraberdi. Seni istemediğini kabul edince, “Bu kızlar sevgiden, kadir kıymet bilmekten, değer vermekten anlamıyorlar. Ben evlenmeyeceğim Eren!” demiştin. E ben de durur muyum? “Sen evlenmeyeceksen, ben hiç evlenmeyeceğim.” demiştim.” Güldüler bu gençlik anısına.
-”Aslında bırak gençliği, çocuktuk be Fırat. Kendimizi genç sanan çocuklardık. Güzel günlerdi ama.”
-”Evet öyleydi. Keşke herşey, o zamanki kadar doğru kalabilseydi.”
-”Keşke…”
Masalarına otururken serin bir rüzgar karşıladı onları. İstanbul’un bu saatlerde ayrı bir güzelliğe büründüğünü düşündü Fırat.
-”Biliyor musun, İstanbul kendine bağlıyor insanı. Sonra nereye gidersen git, hep bir yanın eksik kalıyor. Hep arıyor, özlüyorsun. İster istemez her gittiğin yeri kıyaslıyorsun onunla.”
-”Senin İstanbul’dan gidişine hiç inanamadım ben zaten.” dedi Eren. “Öyle apar topar gidişler sana göre değildi hem. Zamana yayarsan bu gidişi, vazgeçeceğinden mi korktun?”
-”Belki de. Aslında ben, verdiğim sözden dönmemek için gittim İstanbul’dan. Vildan’a söz vermiştim. Onu yalnız bırakmayacağıma, kaybettiği ailesiden kalan işleri beraber yürüteceğimize dair söz vermiştim. Şimdi düşünüyorum da, bizimkisi en başından beri bir sözleşme gibi olmuş. İki tarafın karşılıklı kabul edip, imzaladkları bir sözleşme.”
-”Mutlu değil miydin?”
-”Mutluluğun tanımına göre değişir cevabım. Ne bileyim… İsteyebileceğim herşey vardı hayatımda. İyi bir iş, iyi bir gelir, güzel bir eş, dünya tatlısı iki çocuk. Hayatımda herşey bu kadar tamamken, ben hep eksiktim Eren. Vildan’ın büyüdüğü yerde, Isparta’da olan mutluluğuna da kıyamadım. Direndim kendime senelerce. Ama bir yerden patlak verdi işte.”
-”Sahi Vildan nasıl?”
-”İyi, bu sabah konuştum. Çocuklarla Antalya’ya yazlığa gidecekler. İkimizde sırtındaki yüklerden kurtulmuş gibi hafif ve birer kuş kadar özgürüz. Onca yılın karşılıklı emeklerinin helalliğini verdik birbirimize. Karşılıklı fesh ettik sözleşmemizi yani.” Masalarındaki peçeteleri uçuran bir rüzgar esti. Gözlerini kapatıp, rüzgara teslim etti tenini. Tüyleri ürperdi.
-”Ne zamandır rüzgara hasrettik biz. Sana kısmetmiş bak.”
-”Kısmetimle geldim desene.” dedi Fırat gülümseyerek.
-”Aman deyim, kısmet filan hiç karıştırma şimdi. Güzel güzel konuşuyoruz şurada.” dedi Eren de gülerek.
-”Bekarlığın tadını çıkarmak gerek diyorsun yani?”
-”E o kadarını da demeye hakkım olsun değil mi?”
-”Olsun olsun. Sevim nasıl peki? Hep ben anlattım.”
-”Sevim iyi. O da senin gibi bildiği topraklara, Ankara’ya döndü dava sonuçlanınca. Biz bırak helallik almayı, birbirimizi haddinden fazla hırpalayarak bitirdik evliliğimizi. İsimlerimizi duyduğumuzda bile yorgunluk hissediyoruz. O yüzden konuşmuyorum.” Dalgın dalgın uzaklara baktılar sonra, geçmişi arar gibi.
Kalktıklarında hayli geç olmuştu saat. Yürüdüler Beşiktaş’a doğru. Vedalaşıp ayrıldılar. Uzun zamandır uzak kaldığı manzarayla sarhoş olmuş gibiydi Fırat. Eve geldiğinde saat gece yarısını çoktan geçmişti. Babası küçük horultularını gecenin sessizliğine salarak uyuyordu. Annesinin vefatından sonra babasının tek başına yaşayamayacağını sanmıştı. Yanlarına, Isparta’ya gelmesini istemişti. Ama babası İstanbul’dan ayrılmak istememiş, hayatını da çok güzel idame ettirmişti. Odasına geçti. Sanki dün çıkıp gitmiş gibi herşey yerli yerindeydi. Yatağına uzandı. O, gençlik yıllarının yatağına uzanırken, o yaşlarının dengi çocukları, başka bir şehre doğru tatil yolculuğundaydı. Artık beraber yaşayamayacakları bir hayatın başlangıcındalardı. En az onlar kadar içi buruktu ama bir yanı da bir o kadar mutluydu. Bu tatil yolculuğunda, onların da aynı duygu karmaşasında olduğunu düşündü.
Hayatınızın gerçekten size ait olması için bazen parçalanışlara gerek duyar insanoğlu. Parçalanmışlıklarda benliğinin saklı kalan yanlarını bulur ve onu yaşatmaya çabalar. Zor ve can yakıcı olur kimi zaman. Ama bittiğini farkedip buna izin vermek ve başlamak gerek yeni bir hayata. Çok geç olmadan…
Ağustos/2008
27 Ağustos 2008 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder