Ne zaman biri yolculuğa çıksa ev ahalisinden, yokluklarıyla imtihan eder kendini ruhum. Bir hüzün kaplar içimi. Boşluklarını önce geçiştirmeye, sonra o boşluklara anlamlar yüklemeye çalışır aklım. Yokluklarının B planını hazırlamaya başlar. Hayata devam edip edemeyeceğimi bilmek, yüreğe çöreklenen bir duygu olur. Aklın serbest bırakılmasının kefaleti olur.
Yapılmasına en sinir olduğum şeyleri bile arar olurum evin içinde. Hayatın aynı akışı içinde devam ettiğini anlatsınlar bana diye. Televizyonun sesi çok açıldığı için rahatça kitap okuyamadığımda mesela. Ya da annem, herhangi birşeyden söylenmeye başlayıp, içindeki herşeyi ortaya döküp beni bunalttığında. Bunları bir kalemde sıralayıp, bu evin yaşam belirtisi olduklarını kabullendim. Oflayıp söylendiğim çoğu şeyin, yalnızken ve istediğim gibiyken de sıkıcı olabildiğini farkettim yeniden.
Ne yerin, ne zamanın, ne de yaşananlarındır suç ya da sorumluluk. Onları algılayamayan, bunalan ve bundan sıkıntı yaratan insanoğlunundur. Herşeyi istediğimiz gibi görmeye, öyle algılamaya ve yaşamaya muktedir bir güç var içimizde. Galiba birçok şeyi değiştirebilmenin sırrı da, elimizden geldiğince gayret gösterebilmekte.
Ağustos/2008
27 Ağustos 2008 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder