Eline aldığı televizyon kumandasını elinde evirip çevirdi. Açıp-açmaması konusunda bir karar vermeye çalışıyor gibiydi. Saate baktı. 11:11. Sabah kalktığında kendini çok halsiz hissetmiş, işyerini arayarak bugün işe gelemeyeceğini haber vermişti. Bugün, bu saatte evde olmak çok garip geliyordu ona. Televizyonu açtı. Eski bir Türk filmi bulmak ümidiyle dolaştı kanalları. Bir kanalda bir tanesine rast geldiyse de beğenmedi. Sonra kadınlı-erkekli birçok kişinin katıldığı bir programa rastladı. Ortada tüm mekana hakim bir noktada, giyiminden ve konuşmalarından anlaşıldığı kadarıyla, konu ile ilgili uzman bir konuk vardı. O konuğun sağında bir bayan, solunda da bir erkek konuk daha vardı. Ne konuştuklarını anlamaktan uzak bir bakışla ekrana baktı bir süre. Bir hanım söz aldı o sıra. Ekrandan izledikleriyle kafi derecede öğrenilmiş bir havayla tuttuğu mikrofonu, konunun uzmanından bahsederken ona doğru sallıyordu. “Benim beyim, eve lazım olanı söylemezsem, şu da eksiktir deyi birşey alıp da gelmez. Ama geçen gün nerden estiyse, bir kilo salatalık alup da gelmiş. Çok mutlu oldum yani” dedi. Bütün konuklar ile birlikte kendi de kahkahayı basmıştı. “Nerden esti?” diye sordum. “içimden geldi.” dedi.” Gülüşmeler dindikten sonra uzman bey;
-”Şunu bilmemiz gerekir. “İçimizden geldi” cümlesi, ancak bunu öğrendikten sonra söylenebilir. Biz yürümeyi bile öğreniyoruz. İçimizdekileri bu şekilde ifade etmeyi öğrenmeden, içimizden neyin geldiğini de bilemeyiz. Küçük şeylerden mutlu olmayı da, mutlu etmeyi de öğrenebiliriz.” dedi.
Annesine uzun zamandır uğramadığını düşündü. Dün öyle hal-hatır sormak için aramıştı ama pek gönülsüz konuşmuştu. Annesinin bunu farketmemiş olmasını umdu. Aslında bugün kalkıp gitse ne kadar sevinirdi annesi. Ama hiç içinden gelmiyordu. Soru üstüne soru soracak, biriktirdiği onca şeyi anlatmaya başlayacaktı. Onun ise bunlara tahammül edebilecek bir ruh hali yoktu. Anlattıklarını dinliyormuş gibi geçiştirmeye çalışsa, annesi mutlaka farkecek; “Sen beni dinlemiyor musun?” diye didikleyip duracaktı. Es kaza ters bir cevap verse, yanına uğramadığı zamanlardan da fazla mutsuz edecekti onu. Bu durumda annesine gitmenin pek akıl karı olmadığına karar verdi. Evde kalıp, boş boş oturup, bu boşluğun yarattığı sıkıntıyla geçirecekti gününü. Belki akşam arkadaşlarıyla dışarı çıkar biraz eğlenirdi. Annesine gitmekten kaçınıp arkadaşlarıyla buluşacak olmanın suçluluk duygusu da, bu düşünceyle birlikte belirdi içinde. Anlaşılan, arkadaşlarıyla eğlenceli bir akşam geçirebilmesi için, önce annesine düşecekti yolu. Televizyonu kapatırken uzman bey hala konuşuyordu.
Uzandığı koltuktan kalktı. Önce akşamki plan için Sezen’i aradı. O nasılsa herkesi haberdar ederdi.
-”Ben de tam seni arayacaktım.” diye açtı telefonu Sezen. “İşyerini aramıştım, akşam birşeyler yapalım demek için. Ama rahatsız olduğunu ve bugün gelmeyeceğini söylediler. Hayırdır neyin var?”
-”Sabah kendimi biraz halsiz hissetmiştim. Ama şimdi daha iyiyim. Aslında ben de seni aynı şeyi söylemek için aramıştım. Sen planı yapar mısın?”
-”Tamam canım. Saat 20:00 iyi mi?”
-”İyidir. Ben önce karşıya, anneme geçeceğim zaten. Konuşuruz yine.”
-”Tamam canım. Seher teyzeye selam söyle benden de. Şimdi bir toplantıya gireceğim. Ben seni ararım.”
-”Söylerim. Kolay gelsin sana.”
-”Sağol.”
Duş aldı, hazırlandı. Saat 13:00′di evden çıktığında. Bir buçuk saatlik bir yolculuğun sonunda ulaştı Çengelköy’e. En son gidişinde, annesinin patlıcan kızartırken bahsettiği o tavalardan gördü bir dükkanın vitrininde. Salatalık alan kocasının mutlu ettiği kadını düşündü. On beş dakika sonra, o tavanın üçlü setinin paketi elinde, çıktı dükkandan. Dondurmasına bayıldığı o dondurmacıdan, annesi için vişne, limon; kendisi için çikolata, karamel dondurma aldı. Bir de kağıt helva. Annesi kağıt helva arasında dondurma yemeyi çok seviyordu. Evine eli kolu dolu gelen bir damat bulamamıştı annesine ama, eli kolu dolu gelebilen bir evlat oluyordu arasıra.
Sokağa girdiğinde annesini camda gördü. Onu görünce içeri girdi. Kapıyı açmaya gitmişti muhtemelen. Dış kapı açılmıştı bile tahmin ettiği gibi. Şimdi de daire kapısını açmış, girişe de terlik çıkarmış olduğundan emindi Mine. Yürüyerek çıktığı dördüncü katta, açık kapının girişindeki terlikleri görünce, annesine sık sık gelmediği için büyük bir suçluluk duydu.
-”Hoşgeldin kızım.”
-”Hoşbulduk anne. Nasılsın?” dedi poşetleri yere bırakırken.
-”Ben iyiyim çok şükür kızım. Hayırdır işe gitmemişsin sen bugün? Birşeyin yok ya?”
-”İyiyim annecim. Sabah biraz halsizdim sadece. Gitmedim işe. Ama iyiyim şimdi.”
-”Tabi, doğru düzgün yemek mi yiyorsun ki! Kaşık kadar kalmış yüzün yine! Bu poşetlerde ne var?” Konunun değişmesinden hoşnut olan Mine;
-”Birinde dondurma var. Ben onu dolaba koyayım. Sen de diğer poşete bak bu arada.”
-”Aaa! Isındığını belli eden tavalardan. Demek beni dinliyordun o gün. Ben yine dinliyormuş gibi davrandığını düşünmüştüm!”
-”Olur mu anne. Tabiki dinliyordum!” dedi, “Annelerden de hiçbirşey saklanmıyor gerçekten” diye düşünürken.
-”Kevser hanım da almış bu tavalardan. Geçen gün patlıcan, biber kızartmıştı..” diye başlayan konuşmanın, daha kimbilir neleri kapsayacağını tahmin bile edemiyordu Mine. “Küçük mutluluklar” diye geçirdi içinden. Sorular sorarak konudan kopmamaya çalıştı. Bir kilo salatalıkla bile mutlu olabiliyorsa insanlar, bu mutluluğu onlardan esirgemenin zalimlik olduğunu düşündü. Yeni tavalarını yıkayan annesinin konuşmasına ara verdiğini görünce, yeniden anlatmaya başlaması için;
-”Deste teyze nasıl?” diye sordu Mine. Küçük mutluluklara biraz olsun katkısı olur diye.
Ağustos/2008
30 Ağustos 2008 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder