Uzun zaman önce, Beşiktaş’tan Ortaköy’e doğru yürürken bir akşam üzeri, bir kadın yaklaştı yanıma. Yanında elinden tuttuğu altı-yedi yaşlarında bir çocukla. Temiz yüzlü bir hanımdı. Hani üst kattaki komşu abla gibi biri. Yolda kaldığını, eve dönecek parasının olmadığını söyledi. “Bir otobüs parası…” dedi. Bozuklarımı çıkardım verdim. Dua etti, teşekkür etti.
Bir hafta sonra başka bir akşam, aynı yolda, elinden tuttuğu çocukla birlikte yine bana doğru yaklaşırken gördüm aynı kadını. O aynı cümleleri sarfederken, yolda kalmış ve çaresiz biriymişim gibi hissettim kendimi. İyi niyeti ayaklar altına alınmış çaresiz biriydim halbuki.
Bugünlerin ayyuka çıkan Deniz Feneri yolsuzluğu da, bu insanların örgütlenmiş hali değil mi? Dilenciler de, ihtiyacı olanlar için yardım topluyoruz kisvesine bürünenler de aynı şeyi yapıyorlar. Duygularımızı sömürüyorlar. “Biz iyi niyetle başlamıştık bu işe. Olay buralara geldi. Özür dilerim.” manasında bir savunma yapmış, Almanya’da yargılanan Mehmet Gürhan. İyi niyet… Farzedelim ki samimisiniz! Bu bahsettiğiniz iyi niyeti hiç mi yoklamaz insan arada sırada? Hiç mi sormaz kendine, “ne yapıyorum ben?” diye. Bu insanlar nasıl çıkabiliyorlar bu kadar insanlıktan aklım almıyor. Riyakarlıktan nasıl da hoşnutlar. Böyle şeylere tahammül edemediğim için “ukala” oluyor ya adım. Arkamdan konuşan bed yüzlerin yüzüme gülüşüne tahammül edemediğim için.
Riyakar demişken… Mali müşavirimizin beni patronumuza şikayet ettiğini öğrendim bu sabah. Geçen hafta tartışmış, bana fazla yüklendiğini kabul edip, benden de anlayış istediğinde ise yoluna koymuştuk herşeyi. Yani bana öyle yansıtıyordu. Ne bilirdim, “ayşe saçımı çekti” diye şikayet eden bir ilkokul talebesi gibi davranacağını. Hem de elli beş yaşında bir kadının.
İster maddi olsun bizden almak için uğraştıkları, ister manevi, asıl amaçları insanlığını kaybetmiş bireyler. Ve böylece insanlar, birer robot gibi itaatkar ve daha kolay idare edilebilir olsun istiyorlar.
Eylül/2008
17 Eylül 2008 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder