Öylesine bir gündü sabah kalktığımda. Bilindik işleyiş olacaktı, günün rutininde. İşyerinde bekleyen evraklar, saçma sapan sorular, anlamsız gerginlikler. Kapıdan dışarı adımını attığında, öyle anlaşılmaz bir hızla oluyor ki herşey. Karmaşanın ortasına düşüyorsun. O karmaşadan biraz uzaklaşmak için; “Akşam toplanalım mı?” diyor arkadaşlar. “Toplanalım.” diyoruz. Başka planları olanlar erteliyor, eve gidenler yoldan döndürülüyor. Birarada oluşumuzu engelleyecek tüm olumsuz durumlar, tek tek etkisiz hale getiriliyor.
Yemek yedikten sonra, İstiklal’in o kalabalığından fırsat bulmaya çalışarak, gideceğimiz yere varıyoruz. Küçük ve yeni bir yer burası. Bahçe bölümüne oturuyoruz. Erbani ve gitarımız, dahası, iki de solistimiz var. Yani mekandan tüm bu kıyaklar. E tabi ortamın olmazsa olmazı, bizim seslerimiz.
Türküler, şarkılar söyleniyor; halaylar, horonlar oynanıyor o ufacık yerde. Yan taraftaki mekandan bize eşlik edenlerde oluyor; şarkı, türkü seçimlerimize olan beğenisini sesli dile getirenlerde. Yeri geliyor sesimiz gür çıkıyor, yeri geliyor, sözleri unuttuğumuz için, soran bakışlarla birbirimize bakıp mırıldanıyoruz.
Doğrularımızla, yanlışlarımızla, kırgınlık, kızgınlıklarımızla; biz olarak, tam da ihtiyacımız olan şey olarak, eğleniyoruz. Geçmişten, bugünden, yarından herşey soluduğumuz havada, kimini unutarak, kimini anarak alıyoruz her nefesi. Güzel bir gece oluyor, tüm kötülükleri unutturan. “İnsanın eğlenmeye, meğer ne kadar ihtiyacı varmış?” dedirtecek kadar keyifli bir gece oluyor. Biz eğlenirsek, işte böyle oluyor…
Haziran/2008
6 Haziran 2008 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder