3 Haziran 2008 Salı

Yalancı çoban

Hava güzeldi işten çıktığımda. Otobüse tıkılıp kalmak istemediğim için, eve yürümeye karar verdim. Taktım kulaklıklarımı kulağıma, trafikte sıkışıp kalmış onca araca nispet yapar gibi, geçip gittim yanlarından. Keyifle yürüdüğüm yol bitip, eve yaklaşınca, biryere uğramam gerektiği geldi aklıma. Oraya doğru yönelmişken, birşey uçuşup gelerek gözüme girdi. Gözümü ovuşturmaya başladım, tabi gözümde yaşarmaya. Yaşaran gözümden görebildiğim kadarıyla yürüyüp, uğrayacağım yere geldim. Gözümü silerek, birşey sormak için içeri girdim. Ben daha soru sormaya fırsat bulamadan, “birşey mi oldu?” diye sordu beni karşılayan bey, gözlerimi kastederek. “Gözüme birşey kaçtı da.” dedim. “Hep öyle derler.” dedi, gülümseyerek. “Benim durumum gerçekten öyle ama.” dedim, ben de gülümseyerek.
Bir insana aynı şey için kaç defa güvenebilirsiniz? Ya da herkes, en azından ikinci bir şansı hak eder mi? Sizin de güveniniz çok mu kırılgandır yoksa, ben de olduğu gibi. Güvenim ve kalbim kırıldığında, ardıma bakmak bile gelmez içimden. Tamiri imkansız olur, aldığım hasarların. Daha doğrusu, olayın faillerinin gücü, bu hasarı onarmaya yetmez. Belki de yeter ama izin vermem ben bu tamirata. Kendim sararım yaralarımı, zamanla.
İzlediğim dizide anlatılan hikayede de böyle olmuştu. Adam, suçunu bilirken ve pişmanken, kadının koruma kalkanı olan soğukkanlılığına, çirkin yakıştırmalar yaptı. Suçuna ortak etmek istedi kadını. Ve dahası, yaptıklarından sonra, sanki sözünün güvenilecek bir yanı kalmış gibi, yeni sözler verip, yeni planlarla çıktı karşısına. Hiçbirşey olmamış gibi. Yalanlar söyleyip masum rolü yaptığı zamanların sonu gelip, gerçekler açığa çıktığında; bırakın masumiyetini, acısına bile inanmadı kimse. İçindeki yangın, çevresini kuşatmıştı. Ama o, yalancı çobandı; söylediklerine kimse inanmadı.

Haziran/2008

0 yorum: