Sırtımızı duvara yaslayabileceğimiz bir masaya iliştik. Hayatımız boyunca hiçbir yere yaslayamadığımız sırtımızı, dertlenmek, derdimizi söylemek için bir duvara yaslamıştık.
Yüzüne bakamıyordum; korkuyordum. Üzüldüğün hiçbir şeye çare olamamaktan; “amaann boşver” deyip, her şeyi unutturamamaktan; “üzülme her şey düzelir” cümlesine seni inandıramamaktan korkuyordum. İyileşmeyen derin yaralar oluşturmuştu içinde sakladıkların. Gözyaşlarınla yıkıyordun açığa çıkardıklarını. Canın nasıl acıyordu biliyordum. Ama bir faydası olmuyordu.
Bütün bunların, üst üste olan onca şeyin, akıttığın gözyaşlarının bir varış noktası olmalıydı. Ağlamaya bile, birgün gülmek için katlanırdı insan. Ne zaman gerçekten gülecekti gözlerimiz, açık etmek istemediği şeyleri maskelemek yerine? Niye böyle oluyordu her şey? Biz mutluluğu ararken, neden hep hüzünlere düşüyordu yolumuz? Neyi yanlış yapıyorduk, sürekli yineleyerek? Soramıyordum sen bu haldeyken ama susamıyordum da, sen böyle ağlarken. Cevapsız kalıyordu sessiz sorularım.
Artık ne düşlesek kâr etmiyordu kederlerimize. Düşlerimizden de vazgeçmemizi istiyordu hayat. Oysa neye yarardı düşleri olmayan insanlar? Soramıyordum sana.
Offf… Keşke sihirli değneği olan bir hayal kahramanı olabilseydim. Sevdiklerimin üzüntülerini bir kalemde silebilseydim. Yakınmak hiçbir şeyi değiştirmez, bir işe yaramazdı; biliyordum. Hani şarkıda diyordu ya;
“Ne zaman canın yansa bu kadar derinden,
Sanırsın mümkün değil, bir daha üzülmen.”
“Bundan daha kötüsü olmaz” sandığımız her anın, daha da kötüsü olabileceğini öğretti hayat nihayet. Öğrenerek büyüyoruz maalesef, sanki büyümek marifet. Olur da bir gün, yeniden masal dinleyecek kadar arınmış olursak kötülüklerden... Ya da anlatacak kadar inanabilirsek, parıldayan vicdanlara... Gökten üç elma düşsün istiyorum yolumuza. Biri de mutlaka bizim payımıza. Ve tüm üzüntülerimizin, çok uzağına…
Haziran/2008
15 Haziran 2008 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder