Kısıtlı imkanlarımıza rağmen, herşeyi istediğim gibi keyifle yapabildiğim ve aynı zamanda hayatımda çıktığım en savruk yolculuktu Gökçeada maceramız. Yeni yerler görmekten de önce, denize girmek amaçlı bir tatil olmasına rağmen, en gerekli şeyleri unutarak çıktığımız bir yolculuktu.
Kaldığımız pansiyonun sahibi, astsubay emeklisi bir bey idi. Nereye gitmişiz, ne yapmışız; bizden önce haberdar oluyordu, bilmediğimiz bir şekilde. Çok da yardımı dokunmuştu ama. Askeri kantinden alışveriş yapmamızı sağladı. Nereye, nasıl gideriz’in bilgisini hep ondan aldık.
Turistik bir mekan olmasına rağmen, üç genç kızın tatiline anlam veremiyordu yaşayan halk. Adada varolan üniversitenin öğrencisi olup olmadığımız soruluyordu her gittiğimiz yerde. Rum köylerinin yaşayanlarının karşılamaları çok daha başkaydı. Zaten o köylerin havasına hayran kalmıştım. Köyleri gezerken, yıkık-dökük ama eskiden güzel bir bina olduğu belli olan bir yerin önünde durmuştuk birara. Biz çok dikkatli bakınca, bizi gezdiren bey, “burası okulmuş.” demişti. “Köyde de başka okul yok zaten.” diye de ekledi. “E çocuklar?” diyecek olduk. “Bu köyde çocuk yok ki.” diye karşılık vermişti. Ne kadar iç burkucu bir cevaptı bu. Fırsatını bulanlar, Yunanistan’a gitmişler. Kalanlar ise orta yaş ve üzeri insanlarmış. Bizimle sanki uzun zamandır tanışıyormuş gibi konuşup şakalaşan gördüğümüz o insanlar yani.
Gezdiğimiz her yer, tanıştığımız her insan (istisnalar kaideyi bozmaz) güzeldi. Şimdi bunları yazınca, elimde fotoğraf makinası, yeni yerler keşfederek, yeni şeyler öğrenerek gezmeyi özlediğimi farkettim. En yakın zamanda, sağlam bir bütçeyle, yeni yolculuklara çıkmak gerek galiba. Hayat içinde nedense, istediklerimizi gerçekleştirebileceğimiz zamanlar çok kısa.
Temmuz/2008
22 Haziran 2008 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder