1 Eylül 2002 Pazar

Büyürken kaybettiğim mutluluklara...

Keşke hiç büyümeseydim.
Ne kadar ukalaca bir cümleydi bu, ben küçükken. Büyüdükçe taşlar yerine oturdu ama. Sadece eski bir şarkı sözü değildi artık,“biz büyüdük ve kirlendi dünya.”
Gerçekten büyüdükçe her şey öylesine karıştı ki birbirine... Mutsuzlukların arasından mutlulukları bulamaz olduk. Ya da nelere mutlu olunabileceğini unuttuk. Küçük şeyler yetmedi kimilerimize. Büyüğünü ararken onları da kaybettik apansız. Sonra da kaybettiklerimiz için ağladık.
Hayatın zalim ve acımasız olduğunu tembihleyip durmuşlardı bize. Yaşadıkça öğrendik, asıl bu tanımı yapanların, acımasızlığın sebebi olduklarını. Yine de en çok kullandığımız cümle oldu, “hayat zor.” Şükür ki, bulduğumuz bir-iki dost, ilaç oldu yaralarımıza. Kimi zaman hayallerimize ses verdik onlarla, kimi zamanda acı ya da mutluluklarımıza. Anlattık dinlediler, anlattılar dinledik… Herkes bambaşka bir hayatı yaşarken, aslında ne kadar çok aynıydık.
Pişmanlıklar hep yaşanmışlıklardan olurken, biz ne hikmetse, yaşayamadıklarımıza pişmandık. Sanki bütün sorunlar düşündükçe çözülecekmiş gibi, aklımızdan çıkaramadık hiçbir şeyi.
Zaman, kuytu köşelerde saklanıp kemirmişti güven duygumuzu; gizli gizli. Karamsarlığı bırakmıştı kapımıza; zili çalıp kaçan küçük çocuklar gibi. Oysa biz, beklentilerimizi koyup başucumuza, mutlu hayallere kapatmıştık gözlerimizi. Ve güzel şeyler istemiştik, satıraralarında imkansızlığını belirtsek de. Ama hayatı her haliyle kabullenmemiz şart koşulmuştu, sudan ucuz isteklerimize. Beceremedik...
Bugünü kaçırdığımızdan habersizdik, büyüdüğümüzü farkettiğimizde. Biz büyürken köşe bucak saklanan, ansızın "ben burdayım" diye ortaya çıkan o küçük çocuk, terketmemişti bizi. Ardımızda bıraktığımız onca yılın sonunda, gülümseyebilmek için, bir tek çare bulabildik. Ne olursa olsun, o küçük çocuğun masumiyetine sahip çıkacaktık. Bir daha çocukluğumuza dönemeyecek olsak da, bir yanımızla hep çocuk kalacaktık.

Eylül/2002