19 Mart 2015 Perşembe

Kanat

Ellerimi ceplerimin kuytularına sokup, ara sokaklara vurdum kendimi. Ağaçlar hâlâ yalnız, rüzgâr hâlâ pek sevecen sayılmaz. Ama yollar hep aynı sanki. Başka bir şehirde, yürüdüğüm şu yola benzettiğim bir yer vardı meselâ. İnsan bir yolu, bildiği bir yola benzetti diye sevinir mi? Sevinsin bence. Sevinmek için bahane arasın hatta. Gözünü, kulağını dört açsın. Sonra bunu oturup kendine anlatsın.
Desin ki meselâ, yol, onunla yürüdüğümüz yola benziyordu. Ağaçlara konmuş kuşlar cıvıldaşıyordu. Aynen böyle desin. Bunların hiçbiri olmasa da böyle söylesin. İnsan hep bir şekilde bulmalı çünkü kendini düze çıkaracak sokağın sonunu. Orada durup iki güzel kelâm etsin sonra. "Ohh" desin meselâ, şöyle derin derin.
Bütün bunları konuştum kendimle, yol boyu. Sonra sokağın girişindeki çocuğu gördüm. Orada öylece durmuş yere bakıyordu. Adımlarım istemsizce hızlandı. Yanına geldiğimde durdum. Gözünü alamadığı o yerde bir kuşun kanatları vardı. Çocuk bana baktı, ben ona baktım.. Sonra ikimiz de yürüdük.
Ben bir çocuk olsaydım, kanatlarını bırakıp gitmiş bir kuş canlandırırdım hayâlimde. Düşünsene, kuş kanatlarını bırakıp daha büyük kanatlarla uçuyor gökyüzüne. O kanadın üzerine biniyor hatta çocuk. Olamaz mı? Olsun. Umarım o da benim gibi her şeye geç kaldığını hissetmemiştir, içten içe. Yol kenarında bir kuş kanadı görmenin ne demek olduğunu bari, hiçbir çocuk bilmese..

15 Mart 2015 Pazar

Ateş böceği

Çok dikkatli bakarsan eğer gözlerine, ancak o zaman görebilirdin. Gözleri yeşildi babamın. Belki ben o kadar dikkatli bakamadığım için hiç, hep bilmezden geldim bunu. "Gözlerin kime benziyor?" diye sorduklarında "büyükbabaannenin gözleri renkliymiş" derdim.
Büyükbabaanne, çocukluğumda gördüğüm ilk ölü. Yatırdılar böyle evin ortasındaki divana, üzerinde bir bıçak.. Yanından kovalamaç oynayarak geçen çocuklar uyarılıp odadan çıkarılacak. Büyükbabaannenin benimle aynı renkte olduğu söylenen gözleri kapalı. Bir daha açılmayacak. Ben bunların hiçbirini bilmiyorum ama o zaman. Ne onun bir daha uyanmayacağını, ne de gözlerimin renginin ikisine de benzediğini.. Hiçbirini.
Geceleri ateş böcekleri kovalıyoruz o evin ağaçlı bahçesinin sağında solunda. Birini yakalayıp büyükbabaanneyi yatırdıkları o divanın altına bırakıyoruz. Biz de giriyoruz arkasından. Ateş böceği ışıklı ışıklı dolanıyor o boşlukta, biz gülüşüyoruz. Gözlerimiz yok, burnumuz, ağzımız yok. Varsa yoksa, arada bir yanıp sönen o ışık. Sanki daha fazlasına gerek yok. Sanki dünya o divanın altındaki karanlık. Işık yok, renk yok, koku yok. Ya da hepsi var ama, hiçbirinin adı yok.
Şimdi aynaya bakarken, içine içine bakıyorum gözlerimin bazen. Her şey orada gibi. Arada bir ateş böceği yanıp sönüyor hatta. Bu yüzden kimsenin öyle dikkatli bakmasına izin vermiyorum belki. Gözlerim yerde, pencereden, kapıdan dışarıda. Rengi büyükbabaannedense diyorum şimdi, bu kaçırıp saklamalar da babamdan yadigâr hep bana.