29 Kasım 2015 Pazar

Seksek

Yapraklar dökülüyor. Her gün biraz daha, biraz daha. Küçücük bir çocuk, dalından kopmak üzere bir yaprak gibi yalpalıyor babasının sıkıca kavradığı elinde, ayağının takıldığı taşla. Bir rüzgâr esiyor o sıra. Dallarda yapraklar savruluyor. Hiçbiri düşmüyor ama. Hepsi babasının elinden tutan birer çocuk o an. Yanlarından geçiyorum.
Yağmurun ıslattığı taşların bazıları kurumaya başlamış. Yağmur geçti diyorum kendi kendime, onları görünce. Yağmur geçti diye tekrar ediyorum yeniden, sanki duymamışım gibi kendi söylediğimi. İnsan kendi söylediğini de duymayabilir mi? Neden olmasın?
Kurumuş taşlara basmamaya özen göstererek yürüyorum bunları düşünürken. Bir seksek oyunu gibi çizilmiş taşlar sanki önümde. Taşımı ikiye atmışım. Hadi üç, dört-beş, altı. Yedi-sekiz, ama geri dönemiyorum. Buraya kadar demek çocukluğum. Kaldırım kenarlarında birikmiş sulara baka baka ilerliyorum.
Az ileride, bir su birikintisinin üzerinden bir adam atlıyor. Dört-beşten altıya, sonra yedi sekiz. Taşı üçte mi acaba? Beni geçmiş mi? Ama o da geri dönmüyor. Arkasından bakıyorum. Bir gün geri döneceğiz diyorum içimden. Yedi-sekiz, altı, dört-beş. Bir gün geri döneceğiz, ve o taşı alacağız bıraktığımız yerden.


15 Kasım 2015 Pazar

Salıncak (2)

Köye gittiğimde bu yaz, serentinin kapısındaki salıncağı bulamadım. Dedem onu benim için kurmuştu. Her yaz saklandığım sığınağımdı benim o. Benden sonra da küçük kuzenler sallana sallana büyümüştü onunla. Hatta o kadar büyümüşlerdi ki, kendimi yaşlı hissetmeye başlamıştım onlar yüzünden. Ama salıncak hep oradaydı. Ben o salıncağa bakarken hep çocuktum.
Anneannemi kaybettim. Dedemi kaybettim. Çocukluğuma ait her şey birer birer yok oluyordu. Anneannemin nasırlı elleri, dedemin türküleri artık yoktu. Delicesine harmanda koşan o küçük kız da tabii. Ama salıncak oradaydı. Gidip sallanırdım yine. Sallanırken çocuk olurdum yeniden. Göğe doğru yükselir bulut olurdum. Uzun süre o boşluğa baktıktan sonra dayıma, "niye yıktınız?" diye sordum. "Artık sallanacak kimse yok" dedi. "Ben varım" diyemedim. "Ben yine sallanırdım, o salıncakta sallanmak için çocuk olmaya gerek yok" diyemedim. Diyemediğim diğer tüm şeyler gibi boğazımda düğümlü kaldı kelimeler. Gözümden bir damla yaş aktı.
Onlara göre bütün çocuklar büyümüştü. "Bırakın bazı çocuklar büyüdüğüne kendisi karar versin"" diyemedim. Çünkü salıncağın yerinde koca bir boşluk vardı. O boşluğa bakarken ben de neredeyse unutmuştum, bir zamanlar orada bir çocuk olarak da bulunduğumu.