9 Ağustos 2012 Perşembe

Zil

Takip ettiği biri varmışçasına hızla geçiyor kalabalık caddelerden. Sokak lambaları günün bitişini vurgulamamış henüz, ama akşam sefaları az sonra söndü sönecek. Önüne sıralanmış bir düzine kabın içindeki çiçeklerin başında, ağıt yakar gibi bekleyen o kadın da dahil olmak üzere, herkes bihaber bütün bu olan bitenden. Saklama sen de... öyle.
Belki de artık birileri haberdar olsun diye, gidip bir buket çiçek istiyor, sattığı çiçeklerden oluşmuş gibi görünen çemberinin belirginleştirdiği, ıslanmış toprak rengi yüzüyle bakan kadının çiçeklerinden. Kadın, adamın gece karası gözlerinden ne istediğini seçemiyor. O yüzden belini tutarak kalkıyor yerinden, gidip tek tek gösterecek bütün buketleri. Oysa adam daha ilk bukette "tamam, o olsun" dedi bile. Sanki suçluymuş da, oradan hemen ayrılmak istiyormuş gibi bir acele içinde. Ama eline aldığı buketle birlikte de ağır adımlarla yürümeye başlıyor birden, çiçeklerin gerektirdiği bir şeymiş gibi bu ve yapmazsa solup gideceklermiş gibi bir anda elinde.
Yolun sonunda, topu caddeye kaçan çocuklar kadar telâşlı ve heyecanlı geliyor adam, adını çiçeklerden almış sokağın köşesine. Apartmanı bulduğunda, neden geldiğini unutmuş gibi duruyor bir süre kapısında. Boşta kalan elinin parmakları, ürkütmekten korktuğu yaralı bir kuşa dokunur gibi dokunurken kapı ziline, kadın zaten yukarıda, pencerede, onu beklemekte. Sorsanız hiçbir şeyi bilmiyor belki o an. Oysa o kadar emin ki, o zille birlikte onlarca kuşun dolduğuna, hem odanın, hem de göğsünün içine.