22 Ekim 2013 Salı

Pencereden dışarı bakıyorum

"Neden?" diye soruyor. Gözlerim açık pencerede, sessizce dinliyorum söylediklerini. Dışarıda herkesi sarıp sarmalayacak bir rüzgâr. Nedenini ben de bilmiyor, ama niyeyse biliyormuş gibi yapıyorum. Masa örtüsündeki çiçek desenlerini sever gibi parmaklarımı üzerinde gezdirirken umut dolu cümleler kuruyorum ardı ardına. Sonra annemin çiçekleriyle konuştuğunu söylüyorum. Gözlerine bakmıyorum. Çünkü gözlerine bakarsam anlar. Gözlerine bakmadan da anlar ama konu bu değil. Eğer bakarsam ben de devam edemeyeceğimi anlarım. Bardağımdaki çay soğumuş, yarım. Değil çay içecek, yutkunacak gücüm yok o an. Varmış gibi yapıyorum. Pencereden dışarı bakıyorum.
Sonra uzun, upuzun bir sessizlik oluyor. Hani çocuksun, bir pazar sabahı herkesten evvel uyanmışsın ve kimsenin bölmediği o sessizlikte duruyorsun öyle. Sonra çok sürmüyor ve kalkıp hayata karışıyorsun. Çünkü çocuksun ve hayata karışmak için bir nedene ihtiyacın yok. Herhangi bir güce de. Oysa şimdi bir kelime söylemek için bile düşünüyorsun saatlerce. "Çayları tazeleyeyim" diyor. Pencereden dışarı bakıyorum.
Havanın kaç derece olabileceğini düşünüyorum o mutfağa gittiğinde. Acaba yağmur yağar mı? Hay Allah, balkonda da çamaşırlar vardı. Bir kuş sürüsü geçiyor uzaktan, o sıra. Adlarını bilmiyorum. Aklıma gelen şiirin kime ait olduğunu da. "Bilmediğim ne çok şey var" diye düşünüyorum. Ve cevaplanmamış ne çok soru. Elinde iki bardak çayla gelip oturuyor masaya. O ana kadar içimde muhafaza etmeye çalıştığım şey dökülüyor dudaklarımdan, çayları da görünce. "Aslında ben..." diyorum, "niye olduğunu bilmiyorum." Sonra bütün merak ettiklerimiz oradaymış gibi, pencereden dışarı bakıyorum yine.