6 Ocak 2014 Pazartesi

Dolunay

Bir adam geçti sokaktan. Yağmurun ardından taşlara serilmiş o ıslaklığı ve çukurlara birikmiş yağmur sularını parlatan sarı ışıkların altından geçip gitti bir adam. Sana benzemiyordu. Zaten hiçbir yere bakmadı, gökyüzüne bile. Belki baksaydı beni de görecekti, kenara sıyrılmış perdelerin bir köşesinde. Ama dedim ya, bakmadı. Sanırım aklı saatteydi sadece.
Evet, saat hayli geç olmuştu. Pencereden sokağa bakmak için bile geç. Adam sokak boyunca yürüdü, köşeden döndü. O görüntüyü, benden başka bir de kediler izledi sonuna kadar. Sonra bir sanat filmi gibi uzun, sessiz bir sokak kaldı pencerenin önünde. Bir de ben ve kediler. Hiçbirimiz yerimizden kımıldamadık. Sen olsan sıkılırdın. Eskiden olsa ben de sıkılırdım. Şimdi zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmıyorum pek. Saatlerce gözümü ayırmadan bir yere bakabilirmişim gibi geliyor bazen. Artık misafire de bağlanmıyor bu bakışlarım hem. Eskiden bir de çay çöpü vardı... Ah, çay demişken...
Bugün eve gelirken küçük bir kıza rastladım sokakta. Görsen, gözleri tıpkı sen. Elinde iki ekmek. Şimdiki çocuklar ekmeğin ucunu koparmıyorlar, biliyorsun. Camdan içeri "anne suuuu" diye de bağırmıyorlar. Zaten ben de sadece bir kere bağırmıştım. Annem bir şeylerle uğraşıyordu o sıra. O "geç kendin al"ı duyduktan sonra daha da tekrarlamamıştım. Ben bunları düşünürken, sanki konuşuyormuşum da, anlattıklarımdan sıkılmış gibi hızla yanımdan geçip gitti çocuk. O gittikten sonra göğe kaldırdım başımı. Dolunay vardı. Umarım dolunayı görmen için birileri seni dürtmemiştir bu akşam. Sokaktan geçen o adama mı benzedin sen de yoksa? Hadi bir yolunu bul ve hâlâ gökyüzünden umudunu kesmediğini söyle bana.