19 Aralık 2014 Cuma

Beni hoyrat bir makasla*

Hayat bir fotoğraf olmaya zorluyor insanı, diye geçirmiştim içimden. Önümde kocaman bir fotoğraf albümüyle sedirin üzerinde oturuyor, pencereden bir sesleniş gibi odaya giren akşam güneşine bakıyordum. Ağaçların yapraklarında dolaşıp duran rüzgâr, sanki bir şarkı çalıyordu. Çünkü radyo kapalıydı. Bir zaman sonra üzerine kendi sesimi kaydedeceğim kaset, teypte sessiz sedasız duruyordu henüz. Bu ses mutlaka rüzgâr olmalıydı.
Uzaklarda bir kuş, bezgin bir bulutu peşinden sürükleyerek bize doğru yaklaşıyordu. Sadece bezgin görünen bir parça buluta bakıp, bir fotoğraftan uzaklaşmaya çalışmak ne kadar akıllıcaydı bilmiyordum. Hem varsın olmasındı. İnsan yarısı yok bir fotoğrafı bir parça buluta bakarak unutmaya çalışabilir çünkü. Hiçbir kitapta yazmıyor olabilir, ama bu da böyle bir gerekliliktir. Bazı şeyleri herkesin bilmesi de gerekmez. Hem bazı şeyleri ne kadar çok isteseler de, öyle herkes bilemez. Hele yarısı kesilmiş bir fotoğrafı olmayanlar, hiç...
Kim bilir şimdi nerede olan diğer kısmındaki hâlini anımsamaya çalışmıştım bir süre. Nasıl bakmıştı, üzerinde ne vardı... Omuzumda olmayan ellerini acaba göğsünde mi bağlamıştı? Kesin söylenmiştir yine kareye girmeden önce. Hatta fotoğrafta da kaşları çatıktır. Öyle midir?
Ben ilk o yarım fotoğrafa bakarken fark etmiştim onu ne kadar az tanıdığımı. Belki de uzun yıllardır aslında bir tarafımın hep öyle boş kaldığını. Sonra susmuştum uzun uzun. Dikenli tellerle çevirmiştim o suskunluğumun etrafını. Kimse konuşsun istememiştim hakkında. Fotoğrafı da saklamıştım. Sanki o fotoğrafı ben dahil herkes unutursa hiçbir şey olmamış olacaktı. Kavgalar, can sıkıntıları, göz yaşları... Sonra bir gün, ansızın bir yerde karşıma çıkmıştı diğer yarısı. Yıllar sonra. Bir fotoğrafa ne kadar uzun bakılırsa o kadar uzun bakmıştım orada babama.


*Metin Altıok