7 Mart 2012 Çarşamba

Menekşe

Bütün gün yağan yağmurun ardından sessiz ve hüzünlü bir hâle bürünmüştü sokak. Kaldırım kenarlarında görülmemekten kırgın bir boyun büküşle oturan akşam sefalarının yarattığı utangaçlık da eklenince, bir Edip Cansever şiiriymişçesine içine işliyordu insanın. Islak kaldırım taşları üzerine oturup, masal bekleyen çocuklar misali yüzünü sokağa dönmüş çiçeklerin pembeliklerine gülümsemek geliyordu içimden.
En klişe cümlelerden başka derdini anlatabilecek hiçbir şeyi kalmamış insanların çaresizliği vardı üzerimde. Bütün benzer zamanlarda olduğu gibi rüzgâr esmeye başlıyordu. Ve ben, annesinin eve çağırışının son kez tekrarlandığını bilen bir çocuk edasıyla kalkıp anahtarımı aranıyordum çantamın içinde... bulamıyordum. Yıllar önce, yine böyle yağmurlu bir günün akşamında bulamadığım anahtarları hatırlıyordum birden. Çürüttüğüm menekşenin beceriksizliğini henüz sindirememiştim içime. Çiçeği bana hediye ettiğinde sevgili bile olmamamıza rağmen, ayrıldıktan sonra o hâle gelmesine bir anlam veremiyordum.
O gün de yine böyle merdivenlere oturmuş, "neden?" diye sormuştum kendime. Şimdi düşününce anlıyorum galiba sebebini. Öyle her aklına estiğinde çiçeklere su verilmeyeceğini bilmiyordum daha o zamanlar. Her şeyin bir kıvamı olduğunu öğrenmem çok zaman aldı çünkü. Oysa ben, ne zaman yaprağına dokunduysam o menekşenin, gözümden akan yaşlara engel olamamıştım bir türlü.