29 Ocak 2008 Salı

Parpali

Kanatları rengarenk, ömrü kısa ve kendisi gibi renkli mi bilinmez. O küçük gövdesine ilişik kanatlarını maharetle kullanan.
Küçük bir kelebek, renkli çiçek bahçelerinde kendini gören. Gördüğü renklerle uzun bir ömre kanan ve sonra uyanan, kurduğu düşten.
Bir umudun peşinde gidip gidip gelen, tam tükeneceği noktada yeniden başlayan. Ama en nihayetinde, o bilindik, o kaçınılmaz sona doğru yol alan. Umut vaad eden belki ama kendi umutsuz.
İsmi bile bir bahar, bir yaz anımsatan, bir küçük kelebek işte. Hepsi o kadar.

Ocak/2008

25 Ocak 2008 Cuma

Benmişim...

“İçimde kaleler inşaa ettim kırılmamak adına
Harcına gözyaşı döktüm daha da sağlam olsun diye
Şimdi yarattığım zindanlarda ışıksızım,
Kaçtım kendime saklandım her küstüğümde
Vazgeçtim aynalardan vakitsiz uykularda
İnsan kendine rağmen yaşamayı bilmeli bazen.
Benmişim kendimden bir korkak yaratmışım
Kendimi korurken en çok ben ürkütmüşüm
Benmişim kendini savunurken en çok hançerleyen
Bir meçhul olmuşum, failim ben”

Elimde tuttuğum kalkanı değiştirip, korunma sınırlarımı belirginleştiriyorum. Bugüne kadar korunmayı sadece dışa karşı bir eylem olarak algıladım. Kalın duvarlar ördüm bunun için. O duvarların önünde, sakin, sessiz, kimi zaman neşeli halimi buldum. İç tarafındaysa ağlayan, sızlayan, canı acıyan, mutsuz bir küçük kız.
Aslında hep bilirdim, en çok kendime karşı korunmaya ihtiyaç duyduğumu. Ama dış dünya ile savaşla o kadar yoğrulmuştum ki, başkalarının göremediği, görmesini de istemediğim üzüntülü hallerim normal gelirdi bana.
İnsanın kendisine ettiğini, yedi düvel bir araya gelse edemezmiş. Öyle uğraştım hep kendimle. Şimdi uzak duruyorum eski halimden. Beni o halime sürükleyecek herşeyden. Beklentilerimden, hüzünlerimden, kalp çarpıntılarımdan.
Yaşadıklarıma tutunarak kalkıyorum yeniden ayağa. Düştüğümde yeniden kalkabilmenin farkına varabilmek için. Sonra belki tekrar ve tekrar…
Peki neden? Yani neden şimdi bu karar?
Mümkün ki sayabileceğim birçok nedeni var. En önemlisi, artık gerçekten bazı adımlar atmak istemem. Şimdiye değin kendime verdiğim ama tutamadığım hiçbir söze benzemesin istiyorum şimdiki. Çünkü ben hep sözüme sadık oldum, birtek kendime verdiklerim dışında.
Kendimi de en az, etrafımdakilere değer verdiğim kadar, değerli görme zamanıdır artık. Çünkü, giderek bu hengamede kaybediyorum, kendimi ve gözümdeki değerimi. Oysa bu, benim için olabilecek en büyük yanlış.
Bütün şarkıları rahatça dinler oldum bu karardan sonra. Ne üstüne alınmalar, ne anlam yüklemeler kaldı önceki gibi. Henüz alışamasamda, sevdim aslında bu hali. Sanki daha güçlü hissediyorum kendimi. Hani herşeyi başarabilecek kadar dirayetli.
Duru bir su gibiyim. İçimde var olan bütün çakıl taşları belirgin. Herşeyi görebildiğime göre, bir o kadar daha kolay çözümlenebilir herşey, benim için…

Ocak/2008

Sözün bittiği yer...

Alt kat komşumuz, yeni taşındığı zamanlarda gereksiz bir gerginlik yaşadığımız filipinli bir kadın. Sonrasında tekrar anladık ki, önyargı ve bazı yanlış anlaşılmalar, ortada hiç sebep yokken bir husumetmiş gibi algılanabiliyor. Bayramda elinde çikolata ile geldi kapıya, şaşkınlığımı gizleyememiştim önce. Sonra farkettim ki iyi niyetli ve samimi. Bu içtenlik işte, artık onu komşumuz yapan.
Sonra bir de kızı taşındı yanına. Yalnız kızı hiç Türkçe bilmiyor. Ne konuşulanı anlıyor, ne de derdini anlatabiliyor. Annesinin evde olmadığı birgün, balkondan birşeyler silkeleyeceğini, açık penceresi varsa kapamasını söylemek için, alt kata inmiş annem. İnerken de, kutuya atılmış doğalgaz faturalarını görmüş, bizimkini almışken onlarınkini de alıp götüreyim demiş. Kapıyı açınca selamlaşmışlar, önce faturayı uzatmış annem. Sonra da elleriyle silkeleme işareti yaparak, kapıyı gösterip “kapat” diyerek, kapıyı pencereyi kapatmasını anlatmaya çalışmış. Eşsiz anlatımdan etkilenen kızcağız, annemin önce faturayı uzatıp ardından kapat demesini, dogalgaz faturası fazla geldiği için kapatmasını söylediği şeklinde yorumlamış ve gidip kapatmış kombiyi. Akşama kadar soğuk evde oturmuş. Tabi bizim bunu anlamamız, annesinin bize açıklamasıyla aynı zamana denk düşer.
Bu bahsettiğim bariz bir farklılığın tahmin edilebilir sonucu aslında. Birde bu konunun, aynı dili konuşurken seni anlamama ya da istediği gibi algılama durumu var.
Geçen günlerde, bir yazımında etkisiyle belki, kendimi hiç düşünmediğim bir durumun ortasında bulmuştum. Ben öyle birşey yok deyip gerekçelerle açıkladıkça, “biraz cesaretli olsana” diyordu biri. Birşeyi ne kadar gerçekçi ve içten anlatırsanız anlatın, anlatabileceğiniz, karşınızdakinin anlamak istediği kadar olabiliyor bazen. İşte orası da, sözün bittiği yer…

Ocak/2008

23 Ocak 2008 Çarşamba

Tekrar

Küçük bir çocuğun tatlı gülümseyişini andıran, gülümseten bir günaydına sığınmak istediğim zamanlarda, yoksun yanımda. Hani aklıma üşüşmüş yerli-yersiz, gerekli-gereksiz onlarca şeyi anlatmak isterken, bunu nasıl yapacağımı bilemediğim zamanlarda olduğu gibi.
Otobüste, bir dalgınlıkla iliştiğim ama insanlarla yüzyüze olma durumundan dolayı sevmediğim dörtlü koltuklara oturduğumda; aklıma gelen komik, üzücü, sinirlendirici şeylerden ve kendiyle kavga halindeki düşüncelerden sonra, “biri aklımı okuyabilse ne gülerdi.” diyorken; çevirdiğim bakışlarımın karşılaştığı gülümseyen bakışa “yok artık” dediğim zamanlarda, yoksun aklımda.Adımı seslenen annemin, efendim deyip beklememe karşılık, çoktan başka birşeyle ilgilenmeye başlamış olduğu zamanlarda olduğu gibi.
Boş anlarımda canlanan hayallerimin bir yerinde sana rastlıyor olmama ve aynı anda kafamı sallayarak, uzaklaştırmaya çalışır gibi “onu düşünmemeliyim.” dediğim, her seferinde yenildiğim zamanlarda olmadığı gibi belki de.
Kendimi tekrar ediyorum hep ve nedense her seferinde şaşırıyorum buna. Sen bilmiyorsun gerçi ya. Boşver, bilmemen en iyisi. Çünkü bir yokluk hali seni fikrime düşüren, sadece bir yokluk hali.
Şimdi, senin dışında aklımdaki herşeyi yeniliyorum. Bolca ümit, umut depoluyorum hücrelerime. Başka şeyler düşlüyorum.
Ve bu sefer, başarabileceğimi umuyorum.

Ocak/2008

21 Ocak 2008 Pazartesi

Pollyanna ve diğerleri

Mutluluk nedir ya da nerededir? Herkesin ayrı ayrı tarifleri vardır muhakkak. Kimimiz sadece tarifini yaptığı anlarda yaşayabilirken o duyguyu, kimisi hayatının merkezine oturtuyor. Tıpkı pollyanna gibi.
Sevimsiz ve çokça sinir bozucu bir kendini kandırma haline, mutluluk deniyor olmasına ne kadar sinir oluyorum bir bilseniz. Ama bilmiyorum da doğrusu hangisi? Tek doğrusu hayaller kurup gerçeklerle yaşamak olan biri için, bardağın hep o azıcık dolu kısmına bakmak ne kadar zor biliyorum. Böyle bir mantığı anlayamıyorum da zaten.
Hayat bir oyun.Ve belki sürdürebilmek için bir mutluluk oyununa gereksinimimiz de var. Ama yaşadığımız acılar, yüreğimizi parçalara bölecek kadar gerçeklik taşıyorlar. O oyunda, bu yaşadıklarımıza da yer açtınız mı, söyler misiniz?
Böyle değildi evvelden bu işler. İnsanların canları yine sıkılırdı, sıkıntıları çokta çabuk olmasa da geçerdi. Bir daha ki sıkıntıda, bir öncekinden silinememiş, sindirilememiş hüzünler var olmazdı.
Şimdi zamanın boşluğuna düşmüş gibiyiz. Yaşadığımız her sıkıntının bizde bıraktığı tortular, görünmeyen bir yerde, için için birikiyorlar. Her seferinde onlar yenileniyorlar; biz eskiyor, yıpranıyoruz.
En azından benim kadar bir hastalıklı mutsuzluk haline yakalanmamışsanız henüz, “diğerleri” sıfatından kurtulma olasılığınız yüksek. Ama ben hala “diğerleri”ndenim.

Bi git başımdan Pollyanna ya, bi git ya…

Ocak/2008

15 Ocak 2008 Salı

Susuyorum yine...

“…
Başka kokular, başka tatlar aramaktansa
hep aynı öyküyü yeniden anlatmaktansa
yaşadığımızın adı nedir diye sormaktansa
sana geldim
…” Bülent Ortaçgil

Üşüyorum…İçimde paylaşılmayı bekleyen cümlelerle uyandım bu sabaha da. Akşam uykuya dalarken, sabah uyanırken aklımdaki birçok şeyden en belirgini, bu çözümlenmeyi bekleyen düşünce. Yani şu cümle: Acaba?
Acaba olabilir mi? Acaba unuttu mu? Acaba o da aynı şeyleri düşünüyor mu?
Bir görünüp bir kaybolan umuduna, olabileceğine kanaat getirdikçe aklımdaki soruların çoğalışına, hiçbirşeyi yerli yerine oturtamayaşıma kafa yorarken, kimbilir daha neleri de göz ardı ediyorum?
Biliyorum böyle olmamalı. Biliyorum sabırsızlığımın beni nice yanlışlara sürükleyeceğini. Ama bir yandan da aynı soruyu soruyorum deli gibi, elimde değil.
Yokmuş gibi davranmam yanıltmasın seni. Zaten sen de beni yanıltırsın diye hala bu soruyu sadece kendi kendime soruşum.
Hayat çok garipmiş, yeniden ve yenileyerek öğreniyorum şimdi. Keşke söyleyebilecek daha iyi birşeylerim olsaydı. Nasıl daha iyi deme, ne bileyim işte. Daha net, daha güvenilir, daha emin birşeyler. Oysa ben, acabalar, keşkeler, belkiler arasında, bilinmezler içindeyim. Mesela bilmiyorum içimde olan nedir? Bilmedikçe korkuyor, derin bir umutsuzluğa bürünüyorum. Korkakça davranıyorum ama mecburum buna.
Susuyorum yine. Ve aklıma tek bir cümle geliyor. “Artık çocuk değiliz, susarakta birşeyler söyleyebiliriz.” Tabi sadece anlayana…

Ocak/2008

6 Ocak 2008 Pazar

Seçim

“…
Gidersen bende hasret olur ve belki beni sevenler de özler..
Ama anladım ki özlemden hiç kimse ölmüyor;
ama ben ölüyorum..
Nefes alıyorum önemsiyorum ve gitmek istiyorum..
Anladım ki hasret, yeni bir aşka kadar sürüyor..
Sevdiklerim ve beni sevenler bağışlayın;
su akıyor ve ben gidiyorum” Tucay Akdoğan

Bir noktada kilitlenmiş dalıp giden gözlerinin, gelecek misafirin değil de, bilindik bir can sıkıntısının alarm zili olduğunun, sende farkında olduğunda. İçinden yine de güzel şeyler söylemek geçerken, birşeyler başarabilmek isterken hani... Yapabileceklerinin rotasının umduğun yönde olmamasına iç geçirdiğinde belki de. Ya da farkında olduğun gerçekliğinin, hayallerinin çok uzağına düştüğünü anladığında. Tüm bunlar, bir ömrün haritasında kendini nereye koyacağını bilememek gibi bunaltıcı, öyle değil mi?
Bir merhaba, iki satır yazı, eski bir aşkın anıları alıp götürmek istediğinde seni; oturduğun yatağın kıyısından, dalgalı denizlere. Sen de denizi bu kadar severken üstelik.
Ve yine aynı sen, fırtınalara yenik, korkak bir kaptan gibi direndiğinde bu gitmelere. Neyi çözmüş olabileceksin ki?
Şimdi sus pus halinle bir boşluğa bakışın, gelecek bir fırtınanın sinyaliyse eğer; biriktirme damla damla gelen sıkıntılarını. Varsay ki bir denizin ortasında tek başınasın. Yelkenleri suya indirme! Seni alt etmeye çalışan rüzgara siper et ve devam et, seni bekleyen açık denizlere. Bir kıyıdan seyre dalmanın dinginliğine ulaşamayacaksan da; aynı kıyıdan, akıp giden ömrüne seyirci kalmanın sıkıntısıdan arınmak var işin ucunda…

Ocak/2008